Duyarlılığın şov haline gelmesi, tamamen yok olmasıdır.
Facebook,Twitter'dan başka internet mecrası kullanmayıp, 'bugün internetle her türlü bilgiye ulaşıyorum yaa' demek de, akıl tutulmasıdır.
Öne sunulan şey, yapılmasını beklenen şeydir. Öne sunulanı yapmazsan, dışlanırsın demenin en kibarca ama en küstahça hali, çook kısıtlı duyarlılığın (ki duyarlılık mı tartışılır) 'yap' emriyle bize çok özgür ortamlar olduğu pompalanmış olan 'sosyal medya' gibi mecralarda emredilmesidir. Şov haline getirilmesidir.
Sadece belli insanların istediği şeylere karşı duyarlı olmamız isteniyor. Evet, herkes engellenemez biçimde dünyanın aslında ne kadar kötü bir yer olduğunun farkında, ne kadar kötüye gittiğinin, ne kadar haksızlık,adaletsizlik barındırdığının.. Bunların engellenebilir bir tarafı yok, her insanın bunlara karşı öfkelenmesi de doğal seleksiyon. Bu noktada verilecek tepki ise, kurulmuş olan bu düzenin salahiyeti için 'kontrol' altına alınmalı, veya en başta nelere tepki verileceği belirlenip insanlar buna göre yönlendirilmelidir.
İnsanların doğal olarak içinde bulunan öfkeyi dışarı atabilmeleri, bu yöndeki benliğini gerçekleştirmeleri kaçınılmazdır. Sistemin muhafazakarları da bunun farkındadırlar. Bu yüzden bu benliğin ne şekilde gerçekleştirileceğini kontrol altında tutmak isterler, veya neye tepki verileceğini, hatta verilmesi gerektiğini bizlere aşılarlar. Buna ben bilinçsiz bilinç diyorum ki çok geniş bir konudur ayrıca bir yazı konusu, hatta abartmıyorum tez konusudur.
Sadece bilmemiz istenen şeyleri biliyoruz, ulaşmamız istenen kadarına ulaşabiliyoruz. Tepki vermemiz istenen şeylere sadece tepki veriyoruz. Tepki verdiğimizi zannettiğimiz için de asıl olanı görmek için kafamızı kaldırma ihtiyacı hissetmiyoruz. En zeki olanlarımız bile limitli düşünmeye mahkum kalıyor. En çok araştıranlarımız bile sadece çok az şeyi , sunulanı araştırmakla yetiniyor çoğu zaman.
Aslında internet, kurulu düzenin mufazakarları(bundan sonra kdm) için ciddi bir tehlike potansiyeline sahip. Mesela hiç duyulmasını istemedikleri Arakan'da ki Müslüman Türk katliamları, internet yoluyla, hatta kontrol altındaki sosyal medya da bile az çok duyulmuş vaziyette. Arakan katliamı ne mi? Buyurun inceleyin:
1) https://www.youtube.com/watch?v=44Ur3ych3EA
2)http://www.internethaber.com/arakan-katliam-budist-burma-myanmar--447245h.html
Sıkmamak adına iki adet link koyuyorum, detaylı bilgi Google'da dahi mevcut, sosyal medyadan kafasını kaldırıp dünya da GERÇEKTEN neler oluyor acaba diyenler okuyabilir.
Veya yine internet sayesinde, unutulması, yaşanmamış sayılması kabul edilsin diye uğraşılan şeyler asla unutulmaz hale gelebilir. Mesela Bosna Soykırımı gibi. Soykırım deyince aklımıza sadece kdm nin güdümündeki Ermeni Soykırımı lobileri geldiği için, insanlığın modern zamanlarda yaptığı bu soykırımı unutmuş görünüyoruz. Bugün kdm tarafından sürekli gündeme taşınan soykırımların hemen hepsi, dünyanın 1. ve 2. savaşlarına ait olaylar olup, örneğin bizi 1. dereceden ilgilendiren Ermeni Soykırımı iddiasında olduğu gibi, kanıtlar ve belgeler inanılmaz derece yetersiz ve tek taraflı olup, soykırıma uğradığını iddia eden taraf kendisini adeta bir melek olarak addetmekte, soykırım yaptığı söylenen, üstelik 600 yıl kardeşçe çatısı altında yaşanılan devlet ise şeytan ilan edilmektedir.
Bu konuya biraz ilerde tekrar temas edeceğim, Bosna Soykırımı'na dönelim. Bu soykırım için, duyarlı sevgi kelebeklerimizin, hani o söz konusu Kürt sorunu olduğunda ağzından tükürükler saçarak 'özgürlüüük hurraaa' diye konuşan insanların,Ermeni soykırımını peşinen var kabul edip her yıl anma törenlerinde yer alanların, her insanlık dramına eşit mesafede oldukları için bunları yaptıklarını beyan edenlerin, 1993 yılında yapılmış, yani internet dahil uydu teknolojilerinin fazlasıyla kullanılıp haber alma konusunda yepyeni bir çağda olunan bir zaman diliminde gerçekleşmesine rağmen, tek bir emirle önlenebilir olmasına rağmen, bugün inanılan tüm insani değerleri sahiplenen Batı Dünyası 'nın tek bir Dur demesiyle , tek bir sözüyle engellenebilir olmasına rağmen GERÇEKLEŞMİŞ olmasına ses çıkarmaması, aptallık değil de , ikiyüzlülük değil de nedir?
Hatırlamak için de uzağa gitmeye gerek yoki wikide bile bilgi mevcut bu konuda:
1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Bosna_Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1
2) https://tr.wikipedia.org/wiki/Srebrenitsa_Katliam%C4%B1
Aynı bağlamdan devam edelim. Akşam haberlerinde sürekli olarak görmekten ezberlediğimiz Işid. Ya hu bu adamlar iğrenç, gerçekten rezalet, insan değiller, insan hayatına kastediyorlar, insanlıktan çıkmışlar evet. Ama bize bunun karşısında 'kahraman' olarak gösterilen, Ayn-el Arab'ı sözüm ona kahramanca, insanlık için savunan PYD(bildiğimiz PKK) sanki insanlığın son umudu gibi gösteriliyor. ABD açık açık her türlü yazılı-görsel basında PYD desteğini ve bu desteğin 'hayati' olduğunu haykırıyor. -- Anti parantez, kürtçülerin bir çoğu da emperyalizm karşıtı, nasıl oluyor da ABD'nin bu kadar açıktan desteklediği, yürü ya kulum dediği yapıların fanatiği oluyorlar? Bir sormak lazım.---
Buyurun ABD'nin PYD desteğiyle ilgili en bilinen medyadan bir iki haber:
1) http://www.sabah.com.tr/dunya/2015/06/23/abdden-pydye-tam-destek
2)http://www.milliyet.com.tr/abd-den-kobani-de-savasin-seyrini-gundem-1957139/
Evet bütün bunları gördükten sonra şimdi PYD'nin Işid'den zerre farkı olmadığını da görelim :
Not: Linklerde bazı videolar var, rahatsız olacak olanlar açmasın, zira Işıdin kafa kesme videolarından farkı yok.
1) http://www.islahhaber.net/pyd-den-kamisli-da-turkmen-katliami---video--40776.html
2) http://www.tevhidigundem.com/pyd-kamislida-katliam-yapti-35-olu-2944h.htm
3) PYD= PKK olduğunu ve bugün gerek sosyal medya gerek hakim medya da pkk nın barış güvercini olmasına binaen, yine IŞID denktir PKK/PYD olduğunu görmek adına :
- http://onedio.com/haber/pkk-nin-kanli-saldirilari-391178
- http://www.pkkeylemleri.com/ (oldukça geniş bir site)
Şimdi de kendi iktidarımızın desteklediğini açık açık söylediği, Esad zulmüne karşı adeta tutunacak sağlam bir dal olan Işid'ın kendi bünyesinden ayrıldığı Öso'ya bakalım:
1 ) http://redhacktv.web.tv/video/amerikan-kopegi-oso-katliam-yapiyor__ts30vxdxa2i
2) http://www.islamidavet.com/2013/10/12/osonun-suriyede-alevi-katliami-belgelendi/
İlginç bir şekilde,PYD'nin karşısında çatışan Işid'ın yaptığı her eylem, her vahşet ana haber bültenlerinde verilirken, Öso görmezden geliniyor, pas geçiliyor, çünkü bir kürt devleti kurma gayesi olan kişilere karşı değil Esad'a karşı savaşıyor.
Kafamızı kaldırıp dünya da olan biteni gözden geçirmeye başladıysak, İsrail'e temas etmemek olmaz, hakkını vereyim bizim medya bu konuda batı medyasına nazaran çok daha duyarlı. Batı da bu konuyla ilgili bu şekilde ana haber bülteni izleyemezsiniz. İsrail'in yaptıkları ya misilleme olarak anlatılır, ya da yalnızca askeri hedeflere saldırı olduğu.
1) https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eucaiyye_Katliam%C4%B1
2) http://www.timeturk.com/tr/2012/05/04/kurulusundan-bugune-israil-in-katliam-tablosu.html
Tüm bunlar bir hatırlatma, çünkü herkesin bildiğini, kulak aşinası olduğu şeylerdi. Ancak, açıkça bu durum gösteriyor ki, bizler yalnızca bizim bilmemiz istenen kadarını biliyoruz, hatırlamamız istenen kadarını hatırlıyoruz. Işid'e haklı olarak düşman olanlar, Öso'ya olmuyor, PKK'ya olmuyor PYD'ye olmuyor. Neden? Çünkü bize bunlar öğretilmiyor. Oysa ki hepsinin yaptığı aynı şey; İNSANLIĞI ÖLDÜRMEK.
Devam edelim, kdm bize sürekli olarak kendisinin çok daha önemli olduğunu kimi zaman bizim direkt olarak doğrudan olduğunu göremeyeceğimiz şekilde doğrudan, bazen de dolaylı olarak benimsetmeye çalışır.
Mesela, Charlie Hebdo saldırısı. Elbette ki kötü bir olaydır, elbette vahşettir, elbette haber değeri vardır. ANCAK, sırf Fransa'da, batı medeniyetinin başkentlerinden birisinde oldu diye, orada kaybedilen canlar, neden dünyanın geri kalanından daha kıymetli kabul edilmektedir? Irak'ta yaşanılan bir canlı bomba vakasında 50 kişinin ölmesi 1 dk yayımlanırken, Hedbo saldırısı neden haftalarca ve haber bültenlerinin yarısını işgal ederek yayımlanmıştır? Hadi birisi münferit olay, diğeri artık her zaman yaşanan olay diyeceğiz, o zaman neden Tayvan'da bir saldırı da 15 kişinin hayatını kaybetmesi de 1 dk yayınlanıyor? Veya Türkiye'de yaşanılan bir terör saldırısı neticesinde, örneğin belediye otobüsüne yapılan bir saldırı neticesinde ölen insanlar neden batı medyasında bu kadar yer bulmuyor? Doğu toplumlarının hiç birisinin batı medyası nezdinde iş gücü ve pazardan başka anlamı olmadığı için mi?
Bir örnek daha, 2-3 ay önce bir Alman şirketine ait uçak düştü, GermanWings uçağı. En az 2 hafta boyunca haberlerde ilk sırada yer aldı, BBC her gün 2 hafta boyunca en az 4-5 haber yaptı, Türk sayfaları da dahil olmak üzere. Düşen uçakta 160 civarı insan yaşamını yitirdi, Evet büyük olaydır.
AMA, bir doğu toplumu olan Malezya'ya ait olan , Malezya havayolları uçağı düştü, hatta füzeyle havadan korkunç biçimde düşürüldü, yine aynı firmanın bir uçağı da kayboldu,,sonradan düştüğü anlaşıldı. Bu iki olayda da, batı medyası Germanwings uçağına ayırdığı zamanın yarısını bu olaylara ayırdı mı? Yarı sayısı kadar haber yaptı mı? Üstelik Malezya uçaklarında kayıp bir seferde 270+ olmasına rağmen? Günlerce bu haberler ilk sıradan verildi mi?
Verilmedi. Neden? Çünkü batı, kendinden olana kıymet veriyor, çünkü kdm, esas olanın 'onlar' olduğunu bizlere benimsetmeye çalışıyor. Kıymetli insanların dünyanın orasında olduğunu, dünyanın geri kalanının anlam ifade etmediğini düşünüyor ve buna göre davranıyor. Akşam haberlerinde dünyanın her yerinde sadece batı için önemli olan gelişmeler izleniyor, lokal bir kaç hırsızlık/yangın olayı hariç..
Bizler, önümüze sunulan bu kısıtlı şeyleri çok zannediyoruz. Kafamızı sosyal medyadan, çok kısıtlı bilgi erişiminden kaldırmıyoruz. Kaldırmadığımız sürece de esas olarak dert edinmemiz gereken şeyleri dert edinmiyoruz. İçimizde biriken öfkeyi yine bizden istenen, izin verilen şekilde dışa vuruyoruz ama verdiğimiz şey tepki değil, yalnızca söyleneni yapmak oluyor.
Beyinlerimiz yontuluyor, Ermeni Soykırımı deyince akla yalnızca tehcir ve onlara saldıran eşkiyalar geliyor artık. Canlı canlı ateşe verilen Türk köylüler değil, Hınçak-Taşnak'ın vahşice yaptığı katliamlar değil, karnından çocuğu kesilerek alınan anneler , Ermeni çetelerince tecavüze uğrayan küçücük kızlar değil. Organları tek tek kesilen silahsız köylü erkekler değil. Neden? Çünkü kdm bunu istiyor, onun istediği düzen bu,kendisine itaat edecek, boyunduruğuna girecek olanın güçlenmesini istiyor, kendisini topraklarından atandan güç çalmasını istiyor köpeklerinin.
Bizim de önümüze bir şeyler koyuyor, neye tepki verileceğine o karar veriyor. Zihnimizi başka şeylerle meşgul etmeyelim diye tüm konuları önümüze koyuyor. Dünya'nın %70 ine yaşam hakkı tanınmazken, dünya gündemi, dünya nüfusunun %0.08 ini oluşturan bir kısmın elde ettiği cinsel kimliğini yaşayabilmek hakkı oluyor ve bunu destekleyince insanlar kendilerini duyarlı hissediyor, aydın hissediyor, bilmiş hissediyor. Limitlerin sonu yok.
Bizler, Işid'in ne kadar değişik öldürme şekillerine sahip olduğunu 5 milyonuncu kez izleyip tartışıp lanet okurken Arakan'da olanlar hakkında, Myanmar'da olanlar hakkında, Filistin hakkında düşünmek aklımıza gelmiyor, çünkü onlar hakkında Işid'ın aksine 5 milyon değil belki 2-3 haber ancak yapılıyor ve onlarda unutturuluyor.
Dikkatimizi, öfkemizi, insanlığımızı kendi istediği noktalara çekiyorlar.
Bizleri dünyanın refahının ve tüm imkanlarının %99'unun, dünya nüfusunun %1'inin elinde olmasını konuşacağımız yerde, dünyanın %70'inin temiz su bulamadığı için her gün ölümle yüz yüze olmasını konuşacağımız halde, celebratepride'ı dünyanın en önemli sorunu kabul edip ona göre davranıyoruz.
2.antiparantez, tüm farklılıkların öne sürülüp her kutuplaşmanın her ayrılıkçı düşüncenin destekleneceği zaten 21.yy için kdm tarafından planlanan bir şeydir. LGBT'den tutun feminizme, oradan etnik azınlıkların aşırılıkçı beklentilerinin kabul görmesine kadar verilen batı desteği, yüzyıllardır var olan böl parçala yönet anlayışının uzantısıdır, kdm, bu yüzyılın sonunda 1.100 adet devlet olmasını öngörmekte ve dünyanın daha çok sömürülmesi ve korku imparatorluğunun güçlenmesi için bu ayrılıkçı düşünceleri körüklemektedir.Bu durum ayrı bir yaz konusu olacaktır.
İronik olan, bu düşünceleri sahiplenenlerin, fanatiği olanların kendilerini emperyalizm karşıtı ve insanlık adına çalışan bireyler olarak addetmesidir.
İşte bu bu mevcut durum açıkça ortaya koymaktadır ki, yazının ana fikri olarak belirtmeye çalıştığım gibi, tepkilerimiz, hatta neye tepki vereceğimiz, neyi önemseyip önemsemeyeceğimiz,, neyi konuşacağımız, kime düşman olacağımız, düşmanımızla aynı şeyleri yapmasına rağmen kimi/neyi görmezden geleceğimiz, neyi unutup neyi sürekli gündemde tutacağımız, bizlere resmen pompalanıyor. Bunlara resme bizler adına karar veriliyor, bizler de boyun eğiyoruz, boyun eğmediğimizi zannederek, gurur duyarak.
İnternet tehlikesi sosyal medyayla bertaraf edildi, 140 karakterlik sınırlarla detaylı düşüncenin, geniş ifadelerin önüne set çekilmeye, zaten kısıtlanmış olan analiz yeteneği iyice köreltilmeye başlandı. İnternet'in bilgi verme gücü yine sosyal medyayla bertaraf oldu.
Diğer medya ise, zaten kontrol altında, ve bizi, milyarları kontrol etmekle meşgul, istenileni düşündürmek, istenilene tepki verdirmek, istenen tepkiyi verdirmek, ve istenileni hatırlatıp istenileni unutturmak için.
28 Haziran 2015 Pazar
27 Nisan 2015 Pazartesi
Bilimin ve Hukukun Egosu ile Modernite
Hukuk ve bilim. Ayrı olmadığının herkesinin aslında farkında olduğu ama zihinlerimizce ayrılan iki kavram. Ütopyayı oluşturan şey hukuktur, düzendir, süpersonik icatlar olmadan da ütopyalar kurulabilir. Ama distopyalar kurulamaz. Ancak, bilimin sözde rasyonelliği(neden sözde olduğunu birazdan açıklayacağım) hukuğu şekillendiriyor gibi modern bir anlayış külliyen kaçınılması gereken bir anlayıştır. Çünkü materyalizmle müthiş bir hukuk sistemi kurmak imkansızdır.Bilim ise materyalizme dayanmaktadır. Bu bağlamda ideal düzen, hemen her zaman geçerli olan kurala binaen karma sistemdir. Karma sistemde, rasyonellik,toplumların idealleriyle,dokularıyla, hassasiyetleriyle örülmüş bir biçimde karşımıza çıkmalıdır.
Ancak, bugün bilim asla açıklayamacağı şeyleri açıklamak için uğraşıyor, hipotezlerini aksi asla iddia edilemez doğrularmış gibi hakim medya aracılığıyla zihinlere pompalıyor. Ve tüm dünyanın düzenini de cevabını bulmadığı ve ek olarak bulamayacağı da bir çok konuda sadece teori ve hipotezler üreterek ve bunlara mutlak doğru gözüyle bakıp tüm insanlığa batı çıkış noktasıyla pompalayarak ideal dediği düzeni kurmaya çalışıyor. Sadece rasyonellikle mükemmele varmak imkansızdır, gözetilmesi gereken mutlak bir denge vardır.
Elbette, bu dogmalardan sıyrılması için bilimin ve hukukun önce egolarından sıyrılması gerekmekte.Bugün dünyanın en önde medya kuruluşları deyince aklımıza hangileri geliyor? En basitinden Discovery-Nat Geo-BBC ilk anda dilimizin ucunda.
Bu kanalların ortak özelliği bilim perspektifinden bakıldığı zaman nedir? Cevap açık, hepsi daha teori olmaktan öteye gidememiş ve kanımca gidemeyecek olan Evrim Teorisini mutlak bir doğru olarak önümüze sunmakta. Aksi olamaz, çünkü modern bilim temellerini bu sistem üzerine attı. Çünkü modernite de her şey akılla açıklanabilir olmak zorunda. Aksi iddia edilemez çünkü modern insan insanlığın zirve noktasıdır. Evet, modern insanı(elbette sadece bir kısmını) insanlığın zirvesi olarak görmek bugün modern bilimin içine düştüğü müthiş bir çelişkidir. Her ne kadar kendisi aksini iddia ediyor gibi görünse de modernitenin içinde bulunduğu durum bu egoyu ve çelişkiyi açıkça göz önüne sermektedir. Şöyle ki, madem sürekli gelişeceğiz, madem bilim dogmatik değil, her şey yanlışlanabilir,o zaman neden bütün sistem evrim teorisi üzerine kurulu? Bugün bütün çalışmalar neden evrim teorisi referans alınarak yapılıyor? Bir çoğuda çıkmaza giriyor. Dogmatik olmayan ve sürekli sorgulayan bilim, neden değişmez nokta olarak bin bir eksiğe sahip bir teoriyi baz alıyor?
Hatta durumu daha net ortaya koymak açısından, bilim bugün ego sahibi olmuştur ve dogmatik hale gelmiştir diyorum çünkü, bugün hakim medya ve hakim parasal güç tarafından desteklenen her bilimsel proje EVRİMİ KANITLAMAK ÜZERE FAALİYET GÖSTERİYOR. E hani bilim sürekli kendisini eleştiriyordu? Sürekli kendisini yanlışlayıp ilerlemeyi sağlıyordu? Bu konuda herkesin malumu olduğu üzere göz önündeki tüm çalışmalar bilimin kendi kendini doğrulaması üzerine. Bu apaçık ve müthiş bir çelişki değil midir? Neden hakim medyada evrimi yanlışlamaya daha mükemmel teoriler üretmeye yönelik hiç bir çalışmaya yer verilmiyor? Neden sürekli olarak evrim teorisi ve uzantıları daha teori aşamasında olmalarına rağmen mutlak doğrular olarak önümüze sürülüyor ve daha da kötüsü dogmatik bir şekilde bunların kesin doğru olduğuna iman edilerek doğrulanmaya çalışılıyor. Bu mu modern bilim? Kendi iddiasını doğrulamaya çalışan, bu yüzden objektiflikten ve sorgulamaktan uzaklaşmış,aciz, sorgulamayı unutmuş ve dogmatikleşmiş bir bilim görüyorum apaçık.
Tüm bu görüşlerin kaynağı, insan aklının algılayabildiği hatta algılayamadığı her şeyi kavramsal/kuramsal açıklayabileceğine olan inançtır. Bu inançta yine yumurta civciv olayı gibi bilimin egosundan ve dogmatikliğinden kaynaklanır. Neden her şey akılla kavranabilir olmak zorunda? Duygular dahi sadece akılla açıklanamıyorken milyonlarca girift kavram nasıl sadece rasyonaliteyle cevap bulacak? Tüm bu sorular neden hakim medya tarafından sorulmuyor. Aksine,hakim medyanın pompaladığı ve çok temelliymiş gibi sunduğu görüşlere inanan ve savunan kimseler kendisini müthiş zeki sansınlar diye toplumsal mühendislik yapılıyor. Sınırlandırılmış aydınlanma olarak nitelediğim bu hususu da başka bir yazımda detaylı yazacağım.
Bugün yapılan tüm deneylere ve araştırmalara bakalım, Milyarlarca dolar evrim teorisinin doğruluğunu ispatlamak için harcanıyor ve soğuk savaş yıllarından beri somut büyük sonuçlar alınabilmiş değil. Değişik maymun türü keşifleri inanılmaz bilimsel buluşlar gibi müthiş bir medya gücüyle pompalanıyor bazen o kadar. Veyahut, bir devlet kurmaya yetecek bütçeyle oluşturulan CERN deneyinin de en temel amaçlarından birisi yaratılışı rasyonel bir hale getirip açıklamak,yani oradan evrimi doğrulamak.
Sanırsın ki evrim doğrulansa bütün açlık sefalet adaletsizlik son bulacak. Tam tersi arkadaşım, gerçek manada, insan aklına gözleri görmeye başladığından beri çizilen zihin sınırlarını kaldırarak düşündüğümüzde, bilimin kendi egosu için çalışmasını bırakmasını sağladığımızda, rasyonelliği limit olarak görmeyi bıraktığımızda esasen ideal düzene kavuşma umudu doğar.
Her şeyin cevabı olarak gördüğümüz insan aklı milyonlarca yıldır hala adalet nedir, iyi nedir,kötü nedir sorularına dahi cevap verebilmiş değil. Bu kadar basit olguları dahi salt akılla oturtamamışken sadece normlara ve normlarında bilimin dogmalarına dayalı bir düzende nasıl bir ideallik bulabiliriz?
İnsanlık akıldan ibaret değildir, insanlık kendisine yine kendisinin biçtiği sınırlarla kendisini çevirmemelidir. Bugün en sorguladığını zanneden ve kendini toplumdan farkı görüp buna binaen içten içe üstünlük taslayan adamlarla hayatı boyunca köyünden çıkmamış çobanların arasında zihin olarak fark soğan zarı kadardır. Her ikisi de kendince hayatı sorguladığını zanneder. Çobanın aklını eğer izliyorsa TV'deki ATV-KANAL D-Samanyolu ve köy halkının adetleri yontarken, Cihangir elitinin kafasını BBC-NAT GEO ve tayfası yontmaktadır. Her ikisi de başkasının istediği şekilde düşünmekte ve konuşmaktadır. Her ikisi de sorgulamayı bırakmıştır, bir farkla,çoban sorgulamayı baştan bırakmıştır, Cihangir eliti ise başlayamadan sorguladığını zannederek.
İşte bu, bilimin ve egosunun kaynağı bu. İnsanın egosu, her şeyi bilirimci tavrı. Netice de bilimi de insanlar yapıyor. Ve bu ego kaynağını oradan alıyor sonra geri iade ediyor.
Hukuka geçelim. Bugün dünya üzerinde mutlak adaleti sağlayabilmiş tek bir devlet tek bir küçücük toprak parçası yoktur. En adil en insanca yaşanılan yerlere kaba taslak değinelim.
Avrupa,bugün tüm zenginliğini ve gelişmesini madenlerini ve enerjilerini tükettiği halklara borçludur. Şirketler yoluyla sömürmek,sömürmeyi legalleştirse de adil yapmaz. Avrupa bu refahını kendisinden başka hiç kimseyle paylaşmamaktadır. Bugün öz avrupalılar en rahat işlerde çalışırken bizim Avrupalı saydığımız Bulgarlar Romenlar hatta Polonyalılar bile en ağır ve en zor işlerde en düşük maaşlarla çalışmaktadırlar. Serbest dolaşım ve mükemmel hukuk sistemi diyorduk değil mi?
Daha kendisi içinde bile adil bir sosyal düzen oluşturamamış ve refahını dünyanın geri kalan %95'lik kısmına borçlu olan bir yapıdan bahsediyoruz. Ve bu %95 lik kısmın havasını suyunu kirlettiği, madenlerini enerjilerini sömürdüğü halde en ufak bir yardım yapmakta bile yıllarca çekinen,sessiz kalan bir yapıdan bahsediyoruz. Normatif olmak, kaynağı bilimden almak bunu gerektirir çünkü.
Bunlar klişe elbette, ancak bu durumun en temel sebeplerinden bir tanesi ise yazının diğer konusu olan Hukukun egosudur. Bugün legal olarak şahlar piyonları sömürebilmektedir. Bunun kaynağı ise en iyi hukuk olarak gördüğümüz hukuk sistemlerinin buna izin vermesidir. Hukuk kendisini tıpkı bilim gibi gelişmeye kapatmıştır. Hiç bir gelişme yoktur ki büyük şirketlerin tarafında olmasın. Bugün dünya düzeninin şirketler tarafından oluşturulduğu ve yürütüldüğü ve yürütülmesi gerektiği fikri farkında olarak veya olmayarak tüm hukuk sistemlerine yerleşmiştir. İşte bunun altında yatan sebep de hukukun egosudur. Kendini en mükemmel şekilde görmesi, bugünün hukukun en iyisidir şeklinde bilinçaltı görüşüdür.
Bariz bir örnek vereyim, Nürnberg mahkemelerinde, Yahudilere karşı insanlık suçu işleyen askerlerin yargılanması sırasında çok büyük bir hukuksal sorun ortaya çıkmıştı.Bu insanların yaptıkları şeyler, o zamanın kanunlarına göre suç değildi ki! O zaman bu insanlar neye göre yargılanacaklardı? Evet, yargılanmaları vicdan gereği idi ama hukukun yerleşmiş bir suç yoksa ceza da yoktur anlayışı vardı. Yani davranış o dönem de suç değilse ilerde onun yüzünden yargılanamazdınız. Madem insanları sabun yapmak o dönem suç değildi, o zaman bu fiili yapan insanların suçu neydi? İşte bu sorular kapsamında hukukun egosunu inanılmaz şekilde ortaya çıkaran tartışmalar başladı. Bir görüş uygulanması gereken hukuk bugün uyguladığımız hukuktur, çünkü en iyi hukuka ulaşmış durumdayız anlamında bir savunma yaptı. Yani, dünya tarihinin bugün bile en iyi hukuk sistemlerinden kabul edilen bir sistem, bu görüş doğrultusunda kendisine dedi ki hukuk artık gelişemez, bugün ki değer yargılarına göre cezalarını verelim ve adalet yerini bulsun.
Bu nasıl bir egodur? Bu nasıl bir dogmatikliktir? Açık açık artık daha fazla gelişemeyeceği için bugünün kurallarını uygulayalım deniyor ve kendini tüm gelişmelere kapatıyor bu sistem. Bu nasıl bir çelişkidir. Aynı durum, diktatörlük döneminde de olduğu için değil midir ki o askerler insanları sabun yapabildi. Yani en iyi sistemin mevcut sistem olduğuna inançtan ötürü askerler insanları katletme yetkisiyle donatılmadı mı? Diyelim o günün sistemiyle ceza verdiniz ve idam kararı çıktı askerler hakkında, çok değil 30 yıl sonra yani bir insan ömrünün yarısı kadar bile olmayan bir zaman diliminde tüm yargılar değişti,idam cezası artık neredeyse tarihe karıştı. Ee? Ne oldu, hani mevcut sistem en iyi sistemdi? Bugün hepimiz hapis cezasının tek cezalandırma türü olduğu hissiyatındayız. Belki daha iyisi var? Daha adaletlisi var? Ama biz daha rasyonel aklımızla iyinin ve adaletin ne olduğu sorusunun cevabını bulamamıştık daha değil mi?
Bugün tüm dünyaya Avrupa merkezli aşılanmaya çalışılan hukuk sisteminin acizliği ve adaletsizliği, dünyadaki tüm kaynakların toplam nüfusunun %18'inin refahı için kullanılmasından da hareketle ortadadır. Bugün dünya aç, bugün dünya da TV'ye yansımayan milyonlarca katliam var. Bugün biz henüz fark etmediğimiz şeyleri kaybettik ve hiç sahip olmadığımız için farkına dahi varmayacağız. Bugün sınırlar var yahu. En basitinden demir çitlerle örülü bir dünya da yaşıyoruz biz.
Demek ki bu olmamış, rasyonel akıl kendi dogmalarıyla başa çıkamadığı için bu kadar ilerleyebilmiş ve bunu müthiş bir medeniyet olarak önümüze sunmuş. Birçokları da kendini zeki sanıp Bati medeniyetini gerçek insan hakkı savunucusu,bilimin ve ilerlemenin rehberi sayıp aşağılık kompleksine kapılmış. Eleştiriyorum sanmış birçokları bu sistemi alkışlayarak.
Demek ki bu olmamış, dünyanın hali ortada, tek bir kaynak dahi vermeme gerek yok, herkesin malumu. Demek ki rasyonel akıl bu kadar gelişebiliyor.Demek ki modern bilim dogmalara takılarak zaman ve kaynak israfına başlamış ve abartmış. Demek ki en iyi hukuk bu değilmiş. hukukun ve bilimin egosu varmış ve bir çok insanları kandırmış. En tehlikelisi de, önümüze sunulmuyor gibi görünüp aslında sunulan ve sorgulayarak ulaştığımızı sandığımız şeylermiş,zihin aslında hapismiş. Medyaya,günlük hayata hapismiş.
Rasyonalite tek başına bir anlam ifade etmiyor gerçekten,finalde diyalektik düşünceyi de reddediyorum, zıtlıklar birbirini var etmez, denge her şeyi var eder. Rasyonalite ve her türlü maneviyat da dengeli bir biçimde harmanlandığında ancak mükemmeli var eder. Mükemmele ne derece yaklaşılacağı da, yapılacak harmanın oranlarıyla ve somut gerçeklere uyumuyla ortaya çıkar.Her harman, her oran her an aynı sonucu vermez,bu da bir denge işidir.
Elbette bu denge için, ilk iş olarak bilim kendi dogmatikliğinden kurtulmalı,hakim medyanın zihnimize pompaladığı ve mutlak doğruymuş gibi görünen olgular sorgulanmalı ve gerçek ilerleme için hukuk,egosundan ve en temelde sistemin temelinde var ettiği düzenin sahip olduğu hukukun kendi egosundan kurtulması gerekir. Bunun içinde her birey, yontulmuş beynini müthiş bir sanat eseri görmekten geri durmalı, kendi egosuyla dengeli bir biçimde, uygun bir harmanla hesap görmelidir.
Ancak, bugün bilim asla açıklayamacağı şeyleri açıklamak için uğraşıyor, hipotezlerini aksi asla iddia edilemez doğrularmış gibi hakim medya aracılığıyla zihinlere pompalıyor. Ve tüm dünyanın düzenini de cevabını bulmadığı ve ek olarak bulamayacağı da bir çok konuda sadece teori ve hipotezler üreterek ve bunlara mutlak doğru gözüyle bakıp tüm insanlığa batı çıkış noktasıyla pompalayarak ideal dediği düzeni kurmaya çalışıyor. Sadece rasyonellikle mükemmele varmak imkansızdır, gözetilmesi gereken mutlak bir denge vardır.
Elbette, bu dogmalardan sıyrılması için bilimin ve hukukun önce egolarından sıyrılması gerekmekte.Bugün dünyanın en önde medya kuruluşları deyince aklımıza hangileri geliyor? En basitinden Discovery-Nat Geo-BBC ilk anda dilimizin ucunda.
Bu kanalların ortak özelliği bilim perspektifinden bakıldığı zaman nedir? Cevap açık, hepsi daha teori olmaktan öteye gidememiş ve kanımca gidemeyecek olan Evrim Teorisini mutlak bir doğru olarak önümüze sunmakta. Aksi olamaz, çünkü modern bilim temellerini bu sistem üzerine attı. Çünkü modernite de her şey akılla açıklanabilir olmak zorunda. Aksi iddia edilemez çünkü modern insan insanlığın zirve noktasıdır. Evet, modern insanı(elbette sadece bir kısmını) insanlığın zirvesi olarak görmek bugün modern bilimin içine düştüğü müthiş bir çelişkidir. Her ne kadar kendisi aksini iddia ediyor gibi görünse de modernitenin içinde bulunduğu durum bu egoyu ve çelişkiyi açıkça göz önüne sermektedir. Şöyle ki, madem sürekli gelişeceğiz, madem bilim dogmatik değil, her şey yanlışlanabilir,o zaman neden bütün sistem evrim teorisi üzerine kurulu? Bugün bütün çalışmalar neden evrim teorisi referans alınarak yapılıyor? Bir çoğuda çıkmaza giriyor. Dogmatik olmayan ve sürekli sorgulayan bilim, neden değişmez nokta olarak bin bir eksiğe sahip bir teoriyi baz alıyor?
Hatta durumu daha net ortaya koymak açısından, bilim bugün ego sahibi olmuştur ve dogmatik hale gelmiştir diyorum çünkü, bugün hakim medya ve hakim parasal güç tarafından desteklenen her bilimsel proje EVRİMİ KANITLAMAK ÜZERE FAALİYET GÖSTERİYOR. E hani bilim sürekli kendisini eleştiriyordu? Sürekli kendisini yanlışlayıp ilerlemeyi sağlıyordu? Bu konuda herkesin malumu olduğu üzere göz önündeki tüm çalışmalar bilimin kendi kendini doğrulaması üzerine. Bu apaçık ve müthiş bir çelişki değil midir? Neden hakim medyada evrimi yanlışlamaya daha mükemmel teoriler üretmeye yönelik hiç bir çalışmaya yer verilmiyor? Neden sürekli olarak evrim teorisi ve uzantıları daha teori aşamasında olmalarına rağmen mutlak doğrular olarak önümüze sürülüyor ve daha da kötüsü dogmatik bir şekilde bunların kesin doğru olduğuna iman edilerek doğrulanmaya çalışılıyor. Bu mu modern bilim? Kendi iddiasını doğrulamaya çalışan, bu yüzden objektiflikten ve sorgulamaktan uzaklaşmış,aciz, sorgulamayı unutmuş ve dogmatikleşmiş bir bilim görüyorum apaçık.
Tüm bu görüşlerin kaynağı, insan aklının algılayabildiği hatta algılayamadığı her şeyi kavramsal/kuramsal açıklayabileceğine olan inançtır. Bu inançta yine yumurta civciv olayı gibi bilimin egosundan ve dogmatikliğinden kaynaklanır. Neden her şey akılla kavranabilir olmak zorunda? Duygular dahi sadece akılla açıklanamıyorken milyonlarca girift kavram nasıl sadece rasyonaliteyle cevap bulacak? Tüm bu sorular neden hakim medya tarafından sorulmuyor. Aksine,hakim medyanın pompaladığı ve çok temelliymiş gibi sunduğu görüşlere inanan ve savunan kimseler kendisini müthiş zeki sansınlar diye toplumsal mühendislik yapılıyor. Sınırlandırılmış aydınlanma olarak nitelediğim bu hususu da başka bir yazımda detaylı yazacağım.
Bugün yapılan tüm deneylere ve araştırmalara bakalım, Milyarlarca dolar evrim teorisinin doğruluğunu ispatlamak için harcanıyor ve soğuk savaş yıllarından beri somut büyük sonuçlar alınabilmiş değil. Değişik maymun türü keşifleri inanılmaz bilimsel buluşlar gibi müthiş bir medya gücüyle pompalanıyor bazen o kadar. Veyahut, bir devlet kurmaya yetecek bütçeyle oluşturulan CERN deneyinin de en temel amaçlarından birisi yaratılışı rasyonel bir hale getirip açıklamak,yani oradan evrimi doğrulamak.
Sanırsın ki evrim doğrulansa bütün açlık sefalet adaletsizlik son bulacak. Tam tersi arkadaşım, gerçek manada, insan aklına gözleri görmeye başladığından beri çizilen zihin sınırlarını kaldırarak düşündüğümüzde, bilimin kendi egosu için çalışmasını bırakmasını sağladığımızda, rasyonelliği limit olarak görmeyi bıraktığımızda esasen ideal düzene kavuşma umudu doğar.
Her şeyin cevabı olarak gördüğümüz insan aklı milyonlarca yıldır hala adalet nedir, iyi nedir,kötü nedir sorularına dahi cevap verebilmiş değil. Bu kadar basit olguları dahi salt akılla oturtamamışken sadece normlara ve normlarında bilimin dogmalarına dayalı bir düzende nasıl bir ideallik bulabiliriz?
İnsanlık akıldan ibaret değildir, insanlık kendisine yine kendisinin biçtiği sınırlarla kendisini çevirmemelidir. Bugün en sorguladığını zanneden ve kendini toplumdan farkı görüp buna binaen içten içe üstünlük taslayan adamlarla hayatı boyunca köyünden çıkmamış çobanların arasında zihin olarak fark soğan zarı kadardır. Her ikisi de kendince hayatı sorguladığını zanneder. Çobanın aklını eğer izliyorsa TV'deki ATV-KANAL D-Samanyolu ve köy halkının adetleri yontarken, Cihangir elitinin kafasını BBC-NAT GEO ve tayfası yontmaktadır. Her ikisi de başkasının istediği şekilde düşünmekte ve konuşmaktadır. Her ikisi de sorgulamayı bırakmıştır, bir farkla,çoban sorgulamayı baştan bırakmıştır, Cihangir eliti ise başlayamadan sorguladığını zannederek.
İşte bu, bilimin ve egosunun kaynağı bu. İnsanın egosu, her şeyi bilirimci tavrı. Netice de bilimi de insanlar yapıyor. Ve bu ego kaynağını oradan alıyor sonra geri iade ediyor.
Hukuka geçelim. Bugün dünya üzerinde mutlak adaleti sağlayabilmiş tek bir devlet tek bir küçücük toprak parçası yoktur. En adil en insanca yaşanılan yerlere kaba taslak değinelim.
Avrupa,bugün tüm zenginliğini ve gelişmesini madenlerini ve enerjilerini tükettiği halklara borçludur. Şirketler yoluyla sömürmek,sömürmeyi legalleştirse de adil yapmaz. Avrupa bu refahını kendisinden başka hiç kimseyle paylaşmamaktadır. Bugün öz avrupalılar en rahat işlerde çalışırken bizim Avrupalı saydığımız Bulgarlar Romenlar hatta Polonyalılar bile en ağır ve en zor işlerde en düşük maaşlarla çalışmaktadırlar. Serbest dolaşım ve mükemmel hukuk sistemi diyorduk değil mi?
Daha kendisi içinde bile adil bir sosyal düzen oluşturamamış ve refahını dünyanın geri kalan %95'lik kısmına borçlu olan bir yapıdan bahsediyoruz. Ve bu %95 lik kısmın havasını suyunu kirlettiği, madenlerini enerjilerini sömürdüğü halde en ufak bir yardım yapmakta bile yıllarca çekinen,sessiz kalan bir yapıdan bahsediyoruz. Normatif olmak, kaynağı bilimden almak bunu gerektirir çünkü.
Bunlar klişe elbette, ancak bu durumun en temel sebeplerinden bir tanesi ise yazının diğer konusu olan Hukukun egosudur. Bugün legal olarak şahlar piyonları sömürebilmektedir. Bunun kaynağı ise en iyi hukuk olarak gördüğümüz hukuk sistemlerinin buna izin vermesidir. Hukuk kendisini tıpkı bilim gibi gelişmeye kapatmıştır. Hiç bir gelişme yoktur ki büyük şirketlerin tarafında olmasın. Bugün dünya düzeninin şirketler tarafından oluşturulduğu ve yürütüldüğü ve yürütülmesi gerektiği fikri farkında olarak veya olmayarak tüm hukuk sistemlerine yerleşmiştir. İşte bunun altında yatan sebep de hukukun egosudur. Kendini en mükemmel şekilde görmesi, bugünün hukukun en iyisidir şeklinde bilinçaltı görüşüdür.
Bariz bir örnek vereyim, Nürnberg mahkemelerinde, Yahudilere karşı insanlık suçu işleyen askerlerin yargılanması sırasında çok büyük bir hukuksal sorun ortaya çıkmıştı.Bu insanların yaptıkları şeyler, o zamanın kanunlarına göre suç değildi ki! O zaman bu insanlar neye göre yargılanacaklardı? Evet, yargılanmaları vicdan gereği idi ama hukukun yerleşmiş bir suç yoksa ceza da yoktur anlayışı vardı. Yani davranış o dönem de suç değilse ilerde onun yüzünden yargılanamazdınız. Madem insanları sabun yapmak o dönem suç değildi, o zaman bu fiili yapan insanların suçu neydi? İşte bu sorular kapsamında hukukun egosunu inanılmaz şekilde ortaya çıkaran tartışmalar başladı. Bir görüş uygulanması gereken hukuk bugün uyguladığımız hukuktur, çünkü en iyi hukuka ulaşmış durumdayız anlamında bir savunma yaptı. Yani, dünya tarihinin bugün bile en iyi hukuk sistemlerinden kabul edilen bir sistem, bu görüş doğrultusunda kendisine dedi ki hukuk artık gelişemez, bugün ki değer yargılarına göre cezalarını verelim ve adalet yerini bulsun.
Bu nasıl bir egodur? Bu nasıl bir dogmatikliktir? Açık açık artık daha fazla gelişemeyeceği için bugünün kurallarını uygulayalım deniyor ve kendini tüm gelişmelere kapatıyor bu sistem. Bu nasıl bir çelişkidir. Aynı durum, diktatörlük döneminde de olduğu için değil midir ki o askerler insanları sabun yapabildi. Yani en iyi sistemin mevcut sistem olduğuna inançtan ötürü askerler insanları katletme yetkisiyle donatılmadı mı? Diyelim o günün sistemiyle ceza verdiniz ve idam kararı çıktı askerler hakkında, çok değil 30 yıl sonra yani bir insan ömrünün yarısı kadar bile olmayan bir zaman diliminde tüm yargılar değişti,idam cezası artık neredeyse tarihe karıştı. Ee? Ne oldu, hani mevcut sistem en iyi sistemdi? Bugün hepimiz hapis cezasının tek cezalandırma türü olduğu hissiyatındayız. Belki daha iyisi var? Daha adaletlisi var? Ama biz daha rasyonel aklımızla iyinin ve adaletin ne olduğu sorusunun cevabını bulamamıştık daha değil mi?
Bugün tüm dünyaya Avrupa merkezli aşılanmaya çalışılan hukuk sisteminin acizliği ve adaletsizliği, dünyadaki tüm kaynakların toplam nüfusunun %18'inin refahı için kullanılmasından da hareketle ortadadır. Bugün dünya aç, bugün dünya da TV'ye yansımayan milyonlarca katliam var. Bugün biz henüz fark etmediğimiz şeyleri kaybettik ve hiç sahip olmadığımız için farkına dahi varmayacağız. Bugün sınırlar var yahu. En basitinden demir çitlerle örülü bir dünya da yaşıyoruz biz.
Demek ki bu olmamış, rasyonel akıl kendi dogmalarıyla başa çıkamadığı için bu kadar ilerleyebilmiş ve bunu müthiş bir medeniyet olarak önümüze sunmuş. Birçokları da kendini zeki sanıp Bati medeniyetini gerçek insan hakkı savunucusu,bilimin ve ilerlemenin rehberi sayıp aşağılık kompleksine kapılmış. Eleştiriyorum sanmış birçokları bu sistemi alkışlayarak.
Demek ki bu olmamış, dünyanın hali ortada, tek bir kaynak dahi vermeme gerek yok, herkesin malumu. Demek ki rasyonel akıl bu kadar gelişebiliyor.Demek ki modern bilim dogmalara takılarak zaman ve kaynak israfına başlamış ve abartmış. Demek ki en iyi hukuk bu değilmiş. hukukun ve bilimin egosu varmış ve bir çok insanları kandırmış. En tehlikelisi de, önümüze sunulmuyor gibi görünüp aslında sunulan ve sorgulayarak ulaştığımızı sandığımız şeylermiş,zihin aslında hapismiş. Medyaya,günlük hayata hapismiş.
Rasyonalite tek başına bir anlam ifade etmiyor gerçekten,finalde diyalektik düşünceyi de reddediyorum, zıtlıklar birbirini var etmez, denge her şeyi var eder. Rasyonalite ve her türlü maneviyat da dengeli bir biçimde harmanlandığında ancak mükemmeli var eder. Mükemmele ne derece yaklaşılacağı da, yapılacak harmanın oranlarıyla ve somut gerçeklere uyumuyla ortaya çıkar.Her harman, her oran her an aynı sonucu vermez,bu da bir denge işidir.
Elbette bu denge için, ilk iş olarak bilim kendi dogmatikliğinden kurtulmalı,hakim medyanın zihnimize pompaladığı ve mutlak doğruymuş gibi görünen olgular sorgulanmalı ve gerçek ilerleme için hukuk,egosundan ve en temelde sistemin temelinde var ettiği düzenin sahip olduğu hukukun kendi egosundan kurtulması gerekir. Bunun içinde her birey, yontulmuş beynini müthiş bir sanat eseri görmekten geri durmalı, kendi egosuyla dengeli bir biçimde, uygun bir harmanla hesap görmelidir.
10 Şubat 2015 Salı
'Kağıt üstünde'1982
'Kağıt üstünde' diye bir söz öbeği vardır bilirsiniz. Evdeki hesabın çarşıya uymama durumlarının anlatımından tutunda en çok teorinin pratiğe olan neredeyse ezeli uyumsuzluğuna birebir uyum sağlar bu öbek.
Hepimizin ağzında sakızdır,kanunlar,işleyiş, uygulanmama sorunları ve benzerleri. Bu yüzden, aslında haklı olarak çok eleştirilen, darbe ürünü olan, dünya konjonktüründe 'baskıcı' kabul edilen 1982 Anayasa'sının bizlere ne vaad ettiğine 'kağıt üstünde' bir bakmak istedim. Madde metinleri ne diyor, nasıl bir düzen, nasıl bir ülke vaad ediyor kısa da olsa ele almakta fayda var. Hele ki Anayasa değişikliğinin ülke gündemine oturmak üzere olduğu şu günlerde, aday metinlerin mevcut metne kıyasla ne denli özgürlükçü ve refahı kollayan şekilde adil hazırlandığını da görebilmek adına...
Koca Anayasayı madde madde ele almayacağım, böylesi hem sıkıcı olur hem de konumuzdan sapmış oluruz. Sadece genel yaşayışla ilgii anayasal güvenceye alınmış durumlardan bahsedeceğim.
n
İlk 4 madde zaten malum, devletin şekli başkenti gibi hususlar anlatılıyor. Ardından gelen madde ise tabiri caizse dananın kuyruğunun koptuğu yerlerden bir tanesi;
Hepimizin ağzında sakızdır,kanunlar,işleyiş, uygulanmama sorunları ve benzerleri. Bu yüzden, aslında haklı olarak çok eleştirilen, darbe ürünü olan, dünya konjonktüründe 'baskıcı' kabul edilen 1982 Anayasa'sının bizlere ne vaad ettiğine 'kağıt üstünde' bir bakmak istedim. Madde metinleri ne diyor, nasıl bir düzen, nasıl bir ülke vaad ediyor kısa da olsa ele almakta fayda var. Hele ki Anayasa değişikliğinin ülke gündemine oturmak üzere olduğu şu günlerde, aday metinlerin mevcut metne kıyasla ne denli özgürlükçü ve refahı kollayan şekilde adil hazırlandığını da görebilmek adına...
Koca Anayasayı madde madde ele almayacağım, böylesi hem sıkıcı olur hem de konumuzdan sapmış oluruz. Sadece genel yaşayışla ilgii anayasal güvenceye alınmış durumlardan bahsedeceğim.
n
İlk 4 madde zaten malum, devletin şekli başkenti gibi hususlar anlatılıyor. Ardından gelen madde ise tabiri caizse dananın kuyruğunun koptuğu yerlerden bir tanesi;
V. Devletin temel amaç ve görevleri
MADDE 5.– Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
Sosyal hukuk devleti, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi, refahı korumak,thöleri korumak... En başta sosyal hukuk devleti dediğimiz zaman, kişilerin sosyal güvenceye sahip olduğu, sosyal tesisler ve kurumlar vasıtasıyla günlük hayatın devletçe birey lehine refaha yönelik geliştirildiği, hukuk bağlamında gerçekten eşitlik ve hakkaniyet prensiplerinin hakim olduğu bir düzenden bahsetmek gerekir.
Yani, evinde evcil hayvan besleyenlere dahi aylık ödenek verilen,ücretsiz spor alanları,kütüphaneler ve bilimum tesisin halk yararına inşa edildiği bir devletten bahsetmek gerekir bugünkü medeniyet düzeyinde. Amacım Türkiye'de böyle değil deyip örnekler sıralamak değil, onun değerlendirmesi size kalmış,ben sadece olması gerekeni anlatmaya çalışıyorum, bugün gerçekten baskıcı kabul edilen bir anayasanın bile aslında nasıl bir toplum düzeni vaad ettiğini açıklamaya çalışıyorum.
Hele ki hukuk devleti demek, yasama ve yürütmeden tamamen bağımsız bir yargıyı içinde barındıran devlet demektir. 'Kendi yaptığın yasaya uy' şeklinde çevrilen Fransızların ünlü ilkesinin açıklamasıdır bir anlamda. Üstünler hukuku değildir, herkese hukuktur. Hırsızlık,her daim hırsızlıktır mesela,adı yolsuzluğa evrilmez. Ya da yüksek yargı siyasilerin satranç tahtasına dönmez,bağımsızığını korur ve hukukçular tarafından idare olunur. İşte mevcut anayasanın güvenceye aldığı hukuk devleti olma ilkesi,bunu da gerektirir.
Bu bağlamda en basitinden 10.madde açıklayıcı olacaktır, uygulama bir yana,en üstün kanun olan anayasa da bile eşitlik ilkesi şu şekilde güvenceye alınmıştır:
X. Kanun önünde eşitlik
MADDE 10.– Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Bunları anlatıyoruz, bir cümleyle anayasanın aslında ne olduğuna da değinelim. Ne işe yarar anayasa,niye vardır,diğer kanunlarla ilgisi nedir? Bu soruların cevabı basittir,anayasa,diğer tüm kanunlardan üstün olan,tüm kanunların kendisiyle uyum içinde olmak zorunda olduğu,devletin temel işleyişini ve özelliklerini gösteren en üstün yasadır. 11.madde de bu tanımı destekler niteliktedir:
XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
MADDE 11.– Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
Peki,sosyal hukuk devleti olmanın yanında, temel hak ve özgürlüklerin de devlet tarafından korunması gerektiğine anayasa metninde yer verildiğini gördük, akla tek bir soru geliyor muhtemelen,nedir bu thöler?
Basitçe sayma yoluna gidilirse, kişinin maddi-manevi varlığı,kişi dokunulmazlığı,din ve vicdan hürriyeti,kişi hürriyeti,zorla çalıştırma yasağı,özel hayatın gizliliği (burada bu parantezi açtım çünkü güvenlik maksadıyla her sokağa takılan mobeselerin bile bu hükme aykırı olduğu sayfalarca tartışılmıştır,uzaya fırlatılan uydular gibi ilk aşamada bu hükme aykırı olduğu akla gelmeyen durumlar ise güncel tartışma konuları olup dünya genelinde özellikle yargı ve akademik çevrelerde popüler tartışmalardır.) Konut dokunulmazlığı,yerleşme ve seyahat hürriyeti(özellikle devletin egemenlik alanının dahi kısıtlandığı bugünlerde bu hükme de yeterince uygulama alanı kalmadığı bazı bölgeler açısından özellikle tartışılmaktadır.) Düşünceyi açıklama ve YAYMA hürriyeti. Bunun üzerinde biraz durmak istiyorum. Anayasa, sadece düşünceyi açıklamaktan değil,yaymaktan da bahsediyor. Yani istediği kadar güncel herhangi bir hükumetin veya hakim olan genel kanının ne kadar dışında olursa olsun bir düşünce yayılabilir. Bu anayasal olarak güvence altındadır. Zaten anayasanın devamında,basım ve yayım hürriyeti de bu hükme paralel niteliktedir. Kimse düşüncelerini yaydı diye mimlenemez. Bunun sınırı da yine anayasaca belirlenen genel ahlak ve ülkenin bütünlüğü gibi hususlardır.
Bir diğer hürriyet ise bilim ve sanat hürriyeti.
IX. Bilim ve sanat hürriyeti
MADDE 27.– Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.
Bu madde çerçevesinde, devletin ilk başta açıklanan temel amaç ve görevleri doğrultusunda da düşünüldüğünde,devletin bu hürriyeti gerçekleştirmek için gerçekçi bütçeler oluşturması ve altyapıyı kurması aslında anayasal bir ödevidir. Bu alt yapı sadece belli alanlara kanalize edilmemeli, bilim ve sanatın her alanı, anayasanın lafzından çıkan basit bir yorumla,ayrım gözetmeksizin desteklenmelidir.
Veya, toplumun okumayan kesimine medyaca dayatılan her toplantı ve gösterinin ülkeyi bölmeye yönelik ve devlete ters olduğu algısına karşı da anayasada güvence vardır. Şöyle ki;
B. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
MADDE 34.– (Değişik: 3.10.2001-4709/13 md.) Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Yani, normal şartlarda,hiç bir izne tabi olmadan,bir anayasal hak olarak toplantı ve gösteri yürüyüşüne, sade vatandaşlar olarak sahip bulunmaktayız.
A. Hak arama hürriyeti
MADDE 36.– (Değişik: 3.10.2001-4709/14 md.) Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
- Bu madde kapsamında, mahkemelerin önceden aldığı harç giderlerinin durumu epeyce tartışmalıdır. Avans ödenmesi durumu, bir çok kişiyi hak arama hürriyetinden mahrum etmekte diyemesekte,caydırmaktadır. Gider avansı olarak mahkemelere peşinen yatırılan giderlerin bu hükme uygun olarak düzenlenmesi uygun olacaktır. Dikkat çekmek istediğim nokta şudur ki,aslında tamamen kanıksadığımız bir durum olan mahkeme açarken peşin avans ödemek bile, düşünüldüğü zaman anayasaya aykırı düşmektedir. Anayasanın günlük hayata pozitif etkilerinin bu kadar kısıtlı olması da,zannediyorum okumama ve düşünmeme alışkanlığından gelen normal bir durumdur.
Başka bir hak olan eğitim hakkı çerçevesinde,anayasada şu fıkra bulunmaktadır:
'İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.' - Sadece bu fıkra kapsamında düşünüldüğünde bile, bırakın sadece kitapların bedava verilmesini,kırtasiye giderlerinin dahi devletçe karşılanması gerekmez mi? 2015 yılında dahi maddi imkansızlıklardan dolayı okuyamayan çocukları düşününce,devletin anayasanın yüklediği bu ödevi ne denli gerçekleştirdiği ortadadır. Yani zaten,devlet anayasa gereği kitapları ve bugün vermediği bir çok parasal yardımı yapmak zorundadır.Hatta eğitim kelimesinin anlamı öğretimden çok daha farklı olup, sadece ders kitabı ve test malzemelerini değil, bireyin birey olarak yetişmesi içi gereken tüm bileşenleri içermektedir. Okuma kitaplar,okul gezileri,kültür turları gibi gelişmiş ülke çocuklarına zaten ücretsiz sunulan imkanlar gibi örneğin. Ek olarak yine anayasa 'Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.' demektedir.
Toplu iş sözleşmesi,grev ve lokavt gibi haklarda anayasal güvenceye alınmıştır.
Bir diğer madde ;
VIII. Sağlık, çevre ve konut
A. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması
MADDE 56.– Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Maddeden anlaşıldığı üzere, temiz bir çevrede insanca yaşamak,anayasal hakkımızdır. Bu bağlamda,çöplerin toplanması,genel temizliğin sağlanması,park ve bahçelerin yapılıp bakımının yapılması gibi önümüze her daim minnet beklentisi içinde sunulan şeyler,aslında zaten en temelde devlete anayasaca yüklenmiş bir ödevden başkası değildir. 4. Bölüm olan siyasi hak ve ödevlere girmeden, refah ve insanca yaşam ile ilgili son bir iki maddeyi de olduğu gibi kopyalayıp yazıyı bitiriyorum,bu maddelerde yıllarca lütuf gibi önümüze sunulan şeylerin aslında anayasal bir zorunluluk ve bireyler içinse anayasal bir haktan başka bir şey olmadığını gözler önüne seren hükümler bulunmaktadır,bu son bir iki örnek şu şekildedir:
B. Sporun geliştirilmesi
MADDE 59.– Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder.
Devlet başarılı sporcuyu korur.
X. Sosyal güvenlik hakları
A. Sosyal güvenlik hakkı
MADDE 60.– Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir.
Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.
B. Sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler
MADDE 61.– Devlet, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malûl ve gazileri korur ve toplumda kendilerine yaraşır bir hayat seviyesi sağlar.
Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır.
Yaşlılar, Devletçe korunur. Yaşlılara Devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir.
Devlet, korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması için her türlü tedbiri alır.
Bu amaçlarla gerekli teşkilat ve tesisleri kurar veya kurdurur.
C. Yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşları
MADDE 62.– Devlet, yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının aile birliğinin, çocuklarının eğitiminin, kültürel ihtiyaçlarının ve sosyal güvenliklerinin sağlanması, anavatanla bağlarının korunması ve yurda dönüşlerinde yardımcı olunması için gereken tedbirleri alır.
XI. Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması
MADDE 63.– Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır.
Bu varlıklar ve değerlerden özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.
XII. Sanatın ve sanatçının korunması
MADDE 64.– Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)