17 Ocak 2014 Cuma

Kulpçuluk ve Nefs

İnsanlar başaramadıklarını başaranlara, yapamadıklarını yapanlara, elde edemediklerini elde edenlere,iyi olacağını düşündükleri ama kendilerinin ulaşamadığı konumlara ulaşanlara,  cesaret edemedikleri şeyleri cesaret edip ifa edenlere bir sürü kulp takarlar.

Bunun da tek bir nedeni vardır, nefs.

Çünkü insan 'kendini gerçekleştirmek' isteyen, tatmin olmak isteyen bir varlıktır. Genel tabirle egosunu doyurmak isteyen bir varlıktır. Egosunu yüceltmek için yukarıda saydığım gibi kulp takar, böylece kendi tatmin olamamış egolarını başkalarını aşağılayarak yükseltmeye çalışır, ancak insani olarak aşağı bir konuma gelirler.  Biraz da süslü laflarla , itiraz edilemesin diye  entelce söylemlerde bulunulduğu zaman, egoya karşı ifa edilmesi gereken bu kutsal görev tamamlanmış olur.

Bu kulpçuluk, illa ki bir nitelendirme şeklinde ortaya çıkmaz, bazen bir davranış , yapma, yapmama şeklinde de ortaya çıkabilir.

Örneklere gelelim; Bir kişi düşünün, standart bir Türk erkeği, göbekli, evli, 2 çocuk babası, askerliğini yapmış ve liseyi bitiremeden eğitim hayatını noktalamış. Bu kişinin karşısına genç ve askere gitmeyen birisi çıktığında, 'Sen hele bir askere git de adam ol, daha sen ne gördün' der. Karşısında ki kişi, eğer ben askere gitmek istemiyorum derse onu vatan haini ilan eder, halbuki bu kişi, imkanı olsaydı kendi de askere gitmeyecektir ancak gitmiştir, dolayısıyla o yaşadıysa diğerleri de o zorluğu yaşamalıdır. Yoksa kıskançlık dediğimiz duygu belirir ama kişi bunu asla kabul etmez.Hatta aynı kişi kendisi askerdeyken babasına sık sık günlerin geçmediğini belirten mektuplar yazmış, kaçsam gelsem sana yarim diyen şarkılarla ruhunu coşturmuştur. Aynı kişi her ortamda askerde bizim anamızı bellediler diye anlatmaktan geri durmamıştır, ancak, gitmek istemeyenleri vatan haini diye nitelendirmeyi hiç abes bulmaz. Çünkü düşünemez, gerçekten bu toprağa borçlu muyum? Borçluysam bunun tek ödeme şekli askerde dayak yiyip tuvalet temizleyip patates soymak mıdır? Gibi.      
           

Yine aynı kişi kendisiyle ekonomi veya siyaset tartışan bir üniversite öğrencisine göğsünü gere gere şunu söyler: ' Biz hayat okulunda okuduk oğlum, sen nerden bilceksin? ' Hayatında okuduğu kitap sayısı 2 elin parmağını geçmeyen bu kişi, her şeyi hayat okulunda öğrendiğini, yaşama dair ekonomi siyaset ne varsa hepsini bu okulda çözdüğünü düşünür. Çünkü egosu öyle emreder, kendisi okuyamamıştır, dolayısıyla okuyanlar öyle çok ta matah bir eylem yapmamaktadır, hatta saçma sapan konuşmaktadır. Eğer okuyanın kendisinden daha çok bilebileceğini kabul ederse, egosu tatmin olmaz ve mutlu olması zorlaşır.
                                         
Yine aynı kişi , bekar, master yapmakta olan, 35 yaşında ki bir tanıdığına her lafı açıldığında 'evlenecek kız bulamadın, bir baltaya sap olmaz senden' demektedir. Nedeni çok açıktır, kendisi  annesinin görücü usülüyle getirdiği kızı beğenmek zorunda kalmış, aile baskısıyla evlenmiş ve çok istemesine rağmen bekar hayatı yaşayamamıştır . Bu yüzden her fırsatta aile hayatının güzelliğini övmekte, babalığın ne kadar kutsal bir şey olduğunu bağıra bağıra anlatmakta, ama çocuklarının yüzünü sadece pazar kahvaltılarında görmekte olup , iş saatleri haricinde zamanını da kahvehane de geçirmektedir.  Kendisi evlenmiştir, dolayısıyla yapılması gereken bu olmalıdır, zıt  bir durum yanlış veya kabul edilemezdir. Ve kulp takılır.

İlk okulda ki başarılı sınıf arkadaşlarına inek denilir. Kimse tarafından sevilmezler. Ve bu durumun çok az istisnası vardır. Hatta o başarılı olan çocuk çalışmıyor bile olabilir ama fark etmemektedir, notları çok iyi olduğu için 'inek' olmak zorundadır, hayalen bütün zamanını dersle geçirmekte, bu kulpu takanların 3 katı daha fazla ders çalışmaktadır.
İşin komiği, bu durum Lise'de de Üniversite de değişmez.Hiç kimse kendisinden az çalışan birisinin ondan çok daha yüksek notlar alabileceğini ihtimal vermez. Kendisi 2 saat çalışıp 60 almıştır, 'inek' 90 almıştır, en az 4-5 saat çalışmış olmaldır, hatta bir günlük çalışmayla  o notları alamamalıdır, her gün çalışıyor olmalıdır.O kadar çalışsa kulpu takan da alır ona göre.
Tüm bu düşüncelerin sebebi, kulp takan kişilerin,yani bu örnekte anlatılan gibi düşünen kişilerin, kendisinin limitlerini en üst sanması, ondan daha başarılı olmak için çok daha fazla çalışmanın şart olduğunu düşünmek istemesidir. Aksi takdirde ortaya çıkan tablo kişinin hoşuna gitmez, söz gelimi sınav akşamı çalışan kişi 80, kulp takan da yine sınav akşamı çalışıp 60 almışsa, diğeri inek olur. 'Çalışkan' olur. Çünkü asla ikisinin de sınav akşamı çalışıp diğerinin daha yüksek alması mümkün değildir. Olmamalıdır. Mutlaka yüksek alan daha fazla çalışmıştır. Bu durumun kabullenilmemesi de , ego meselesidir yine. Kişi eğer kabullenirse mutsuz olur çünkü egosu tatmin olmaz. Nefsine yüceltmek için, karakterini düşürür.

Eğer kişi komünist ise, ona en ufak muhalefet eden birisi cahil ve sıradandır.

Eğer kişi Liberal ise, ona muhalefet edenler cahil , mantıksız ve sıradandır.

Eğer kişi AKP 'li ise, muhalafet edenler bu ülkeye düşmandır.

Eğer kişi CHP'li ise , muhalefet edenler koyundur, uykudadır.

Eğer kişi Samsung telefon kullanıyorsa, Apple alanlar kazıklanmıştır.

Eğer kişi sayısal okumuşsa, diğer alanlardakiler en iyi ihtimalle tembel, veya aptaldır.

Eğer kişi sözelciyse, diğer bölümleri okuyanlar enayidir.

Eğer kişi askere gitmişse, gitmeyenler haindir.

Eğer kişi mutsuza, mutlu olanlar kendilerini kandırıyordur.

Eğer kişi fakirse, hayat adil değildir.

Eğer kişi zenginse, hayat fırsatlarla doludur.

Eğer kişi kadınsa, kadın üstündür.

Eğer erkekse, erkek üstündür.

Eğer kişi okumuşsa, eğitim çok önemlidir.

Eğer kişi okuyamamışsa, önemli olan hayat okuludur.

                 


Sebep egodur, kişi kendini önemser. Gereksiz yere, abartılı bir biçimde hemde. İsteyerek veya istemeyerek içine girdiği her durumu kabul edilir kılmak için kulplar takar, gerek kendisine, gerek başkasına.

Eğer bir ortamda kişilerin hayatlarının güzelliği yarışır vaziyette ise, o kişinin hayatı en iyisidir.

Yine aynı kişiler arasında, hayatın zorlukları yarıştırılmaktaysa, en çok zorluğu yine aynı kişi çekmiş ve en zor hayatta onun olmuştur.

Ego kendini gereksiz ve akılsızca önemsetir insana. Aşağılık bir konuma sokar. Basitleştirir.Hep en iyi benim, ben yapamadıysam şundan, benim hayatım en zoru, ben en başarılıyım veya en iyi yapabilirdim dedirtir ego.

Sözün özü ise, nefs, en büyük yalancıdır, itibar edeni, itibarsızlaştırır.





12 Ocak 2014 Pazar

Biz de Yedik! Vol2: 'Tepeden' inme yalanlar..

Mantıksızlıklar ülkesiyiz. Ancak göz boyama konusunda , yapan ve maruz kalan olarak üstümüze yok.

Cari açık artar, dolayısıyla enflasyon artar, döviz artar, dolayısıyla mallar zamlanır , para değersizleşir.
Alım gücü düşer, halk fakirleşir. Cari açık artmasın diye bugüne kadar televizyonlarda bize dikte edilen hususlar neydi bir göz atalım:

- Lüks araçlara binmeyin
-Araç kullanımı çok yaygın , bu kadar kullanmayın
-Mazot ihracatı çok oluyor, o yüzden cari açık  var.
-İletişim gibi sektörlerde de dışa bağımlıyız, çok harcamamak gerekir.

Bu maddeler sıralanır, ardından işte bu yüzden cari açık artıyor, devlette projelere yeteri kadar ödenek ayrılamıyor denir , ardından AR-GE imkanlarımız kısıtlı denir ve bu yüzden halktan anlayış ve sağduyu beklenir. Yıllardır.

Peki halka bunları salık veren devlet erkanı, kendi mesleğini icra ederken, kendi hayatını yaşarken, kendi yaptığı projelerde bunlara ne derece riayet ediyor? Yani,tüm bu söylemler bir göz boyama mı , dediğimi yap, yaptığımı yapma hastalıklı zihniyetinin eseri mi  yoksa gerçekten tutarlı mı davranılmış?  Şu son söylediğime ihtimal vermiş olmadığınızı umuyorum.

Konuya dönersek,  yukarıda saydığım ilk maddeye bir göz atıp bir iki hesap yapalım, Türkiye'de yasa gereği değeri belirli bir miktarın üzerinde olan araçlar makam arabası olamıyor. Yani satın alınamıyor. Onun yerine yüce devlet erkanımız çözümü bulmuş: Kiralama.  Lüks araçlar kiralanıyor, 2 yılda zaten araçların ederi kadar kira bedeli ödenip devlet korkunç şekilde zarara sokuluyor. Gelelim carı açığa etkisine, Türkiye'de kaç tane makam arabası var biliyor musunuz? Tam 90.0000 (doksanbin) tane. Söz gelimi bu rakam dünya otomobil endüstrisine hükmeden Almanya'da 15 bin mesela, ya da fakir fukara Japonya'da 12 bin..

Araç sayısı     Ek olarak:

Ancak biz bu ülkelerin hepsinden daha çok 'gelişkin' olduğumuz için , bizde 90 bin adet araç var.
Bu araçların tükettikleri yakıtlarla cari açığa etkilerine basit matematiksel hesaplarla bakalım:

- Ortalama 10 litre yakan bir araç ( 20 yakanı da var  7 yakanıda , en iyi ihtimali düşündüm), makam aracı olarak kullanıldığı için yıllık minimum 20 bin kilometre civarı yapacaktır.

Yani bir araç, bir yılda tamı tamına 2.000 litre yakıt tüketecektir. Bu rakamı hemen 90.000 ile çarptığımızda ise ortaya çıkan tablo: 18.000.000.000 litre olarak karşımıza çıkacaktır, yani yazıyla 18 MİLYAR LİTRE.

Devletin kendi kendisinden vergi almayacağını göz önünde tutup bir maliyet hesabı yaptığımızda ise, bir litre yakıtın ortalama rafineri çıkış fiyatı 1.60 lira, yani 1 yıllık makam araçlarının vergisiz halde yakıt maliyeti :
28.800.000.000 ( yirmisekizmilyar800milyon) Tl olarak karşımıza çıkıyor.

Peki bu rakam makam aracı sayısı Almanya kadar olsaydı ne kadar olurdu? Hemen hesaplayalım,  2.400.000.000 litre, yani 2 milyar 400 litrelik bir kullanım, 3.840.000.000 liralik bir maliyet olacaktı.

Yani eğer makam aracı sayısı Almanya'daki kadar olsaydı Türkiye her yıl tam 25 milyar Tl daha az yakıt parası ödeyecekti. Ha bu arada cari açık ne kadar mı? 313 Milyar dolar . Yani cari açığın neredeyse %10 luk bir kısmı sırf makam araçları yüzünden ortaya çıkıyor, ama bizim Fiat'a binmemizde bir sorun yok.

Bir diğer örnek, bu söylemlerin yapılan projelere yansıtılmadığı. İstanbul'a metrobüs yapıldı. Aşırı noksan bir proje olmakla beraber, cari açığı inanılmaz arttırdığını düşünüyorum nitekim metrobüsler Dizel, yani mazotla çalışıyorlar, mazot ise bizim yegane ithalat ürünümüz.

Daha önceki yazılarımda dışarı benzin sattığımızı söylemiştim, mazotu ise fazlasıyla ithal ediyoruz. Şimdi biz bu metrobüsleri mazotlu yapmakla, mazot ithalatını arttırmadık mı? Ne kadar etkisi olur ki, altı üstü bir proje mi diyorsunuz?
Hesaplayalım: Metrobüs hattında  274 araç var, buyurun kaynak: Kaç adet metrobüs var?

Hattın topla uzunluğu ise 50 kilometre.  Hat uzunluğu

Biz her gün aktif olarak 100 aracın sürekli dolaşım yaptığını varsayalım, günde ortalama 100 araç, 10 sefer git gel yapabilir, bir araç günde 500 kilometre, 100 araç ise günde 50.000 kilometre yapar.

Metrobüsler Fiat Albea olmadıklarından 100 kilometre de 30 litrelik bir yakıt tüketimleri var minimum. Yani bir araç günde tam 150 litre mazot tüketiyor, 100 araç 15.000 litre mazot tüketiyor. Sadece bir günde.

Yıllık bazda baktığımızda ise 547.500.000 yani beşyüzkırkyedimilyonbeşyüzbin litre mazot tüketiliyor.

Yani bu rakam cari açığa, vergisiz fiyattan hesaplandığında, 87.600.000.000 , 87 milyar 600 milyon tl olarak yansıyor.Biz bu projeyi , elektrikli yapsaydık, bir kısım araçları benzinli yapsaydık,ucuza yurt dışına sattığımız benzini burada kullansaydık cari açığa etkisi epeyce olurdu. Yani metrobüsü yapmakla iş bitmiyor, bir proje yapılacaksa, her şeyinin iyi hesaplanmış olması gerekiyor, bu arada bu 87 milyar lira, cari açığın yaklaşık %25'i. Buradan bahsettiğimiz gibi bir sistem olsa idi, en az %10 tasarruf sağlanırdı.

Şimdi Lale devrine gelelim, bizlere yapamıyoruz edemiyoruz, çünkü devlette ödenek kısıtlı, bütçemiz yetmedi okul yapamadık, yeteri kadar alt yapı hizmeti olmadı çünkü devletin imkanları kısıtlı, memura zam yapamadık devletin parası biter diyen milletvekillerinin bu ülkeye maliyetine bakalım bir de.

Mecliste 550 milletvekili var, her vekilin 3 adet danışman hakkı var ve bu danışmanların en düşüğü 3.700 lira, ilk danışman olanıysa 4.500 lira maaş almakta. Milletvekillerinin kendi maaşlarıysa 13.400 lira .

Ayrıca bir milletvekili, vekillik dönemi bitince emekli olup oradan da 3.500 liralık bir maaş alıyor ve tüm sosyal haklara sahip bulunuyor.

İlk olarak , ödenekler, maaşları, sekreterleriyle bir vekilin maliyetine bakalım.

Maaş : 13.400 lira  maaş
3 adet danışmanın toplam maaşları: 12.000 lira   Danışman maaşları
Aylık iletişim ödeneği: 2.000 lira ( yıllık 23 bin Tl iletişim yardımı alıyorlar)
Aylık ek ödenekleri: maaşlarının yarısı, yani 6.700 lira.

Bir vekilin sadece aylık aktif gideri: 34.100 lira.

Mecliste kaç vekil vardı, 550, yani meclisin bir aylık vekil gideri: 18.755.000 yani 18 milyon yediyüz 55 milyon tl. Bunu yıllık olarak hesapladığımızda ise 224 milyon tl yapıyor.

Bir okulun maliyeti 2 milyon lira, bir sağlık ocağı 400 bin liraya yapılabiliyor.

Ayrıca, düğünlerde altın takıyoruz maaş yetmez tabii ki yiyeceğiz diyen milletvekillerine de cevap verelim:

Hadi ayda 4 düğüne git, hadi dış kapının dış mandalı olmana rağmen gösteriş için tam altın takmış ol, bugün tam altın 600 lira, 4*600= 2.400 Tl.  Maaş? 13 .400 lira, ek ödenek? 6.700 lira, iletişim yardımı: 2.000 lira.

Çay parası oluyormuş, yemek parası oluyormuş, bunlar çok masraflıymış milletvekilleri bu yüzden geçinemiyormuş. Ödenek dediğimiz şey zaten tüm bunlar için var. Yani sen o masrafları kaldırabil diye zaten ödenek alıyorsun, fazla fazla hemde, bir günlük yemek gideri çay vs. 100 liradan 20 iş gününden hesaplarsak 2.000 lira eder.  Hesaplıyorum hesaplıyorum bir türlü geçinememezlik durumu ortaya çıkartamıyorum. Ortada alınan 21 bin lira maaş var, sabit giderler 5 bin lira tutuyor keyfi olmalarına rağmen , 16 bin lira kalıyor , ama vekil, ticaretle uğraşmasını meşru göstermek için geçinemiyorum diyor. El -insaf. Bu ülkede 30 milyon insan Asgari ücretle geçiniyor.

Bizim vekillerimizin ne denli saltanat sürdüğünün kanıtı , buyurun: Vekillerin saltanatı  .


Bence, vekillerin ticaretle uğraşması yasaklansın. Vekil olma anlarından itibaren, kendileri ve 1. derece yakınları ticaretle uğraşamasın.

Peki yapılır mı böyle bir şey? Yapılmaz. Neden? Çünkü o zaman geçinemezler.*

Çok ağır şartlarda çalıştıklarından uykularında koyun saymaya başlamış bu güzel vekillerimizin güzel fotoğrafıyla bitireyim :












4 Ocak 2014 Cumartesi

Biz de Yedik! Her şey bedava. Mı? (yol-hastane-ilaç vs.) Sisteme eleştirel ve mantıksal -matematiksel bir bakış.

Televizyonlar bas bas bağırıyor, sizlere yollar yaptık, dört bir yanı demir ağlarla döşedik, hastaneler yaptık, okullar yaptık, bakınız ilaçlar bedava, bakınız hastanelerde bedava hizmet görüyorsunuz, çöpünüz alınıyor, sokağınız süpürülüyor ...

Tüm bunların hepsi gerçekten yapılmakla beraber, aslında televizyonlarda lanse edildiği gibi devletimiz bunları bizlere bedava sağlamıyor, veya vatandaşını çok düşündüğü için, tüm külfeti yüklenip bu işlere girişmiyor.

Medya'da böyle gösterilmesinin amacı , insanlara yapay bir mutluluk vermek, olmayan şeylere insanları tekrar yoluyla inandırmak ve insanları araştırmaktan alıkoymaktır . Neden mi? Eğer gündee 4-5 kere kulağınızın dibinde bangır bangır sizlere yol yapıldığı , bir sürü 'hizmet'e imza atıldığı söylenirse, siz de buna inanırsınız, nitekim tüm bu söylemler bilinçaltında yankılanmakta ve çok tekrar edilen şeye insanlar inanma eğiliminde olmaktadır. Bunu şöyle açıklayabilirim, hasta numarası yapanların bir süre sonra kendilerini gerçekten hasta sanmaya başlamaları, hatta gerçekten hasta olmaları, çok zeki bir çocuğun çevresinin baskısıyla ve tekrar tekrar vurgulamasıyla aslında zeki olmadığına inanması, çirkin bir kızın annesinin sürekli güzel iltifatlarından dolayı kendini güzel sanmaya başlaması gibi.  Bu yüzden, tekrar, bir şeylere insanları inandırmak için , mükemmel bir yoldur. Ve tarih boyunca kitleleri yönlendirmekte ustalıkla kullanılmış ve hala da görüldüğü üzere kullanılmaktadır.

Şimdi gelelim neden kandırıldığımızı düşündüğüme. İlk olarak, devletin yol yapmasıyla başlayalım, farazi olarak  bir araba alıp senede ortalama bir yol yapayım.

45 Bin liralık 1.6 motorlu bir araç aldım diyelim,  bunun zaten 25 bin Tl'si vergi. Otomobilde ki vergi oranlarımız korkunç boyutlarda olduğundan inanmak güç ama durum bu. İnanmayanlar inceleyebilir : Otomobil vergileri

Yani arabayı alır almaz 25 bin lira zaten vergi verdim. İyi hoş, helal olsun diyelim. Normal bir kullanıcı 1 yılda ortalama 10.000 km kadar yol yapıyor. Ortalama bir araç bugün kilometrede 40 kuruş yakmakta. Yani ben 10.000 km yol yaptığım zaman 4 bin lira yakıt harcıyorum. Ve bu paranın tamı tamına 2.500 lirası vergi. Evet, yine korkunç bir oranla karşınızdayız . Yine inanmayanlar buyurunuz inceleyiniz:

 Akaryakıttan alınan vergi

Buna da ek olarak, 1.6 motorlu aracım için, her yıl 860 lira MTV veriyorum. Bunun için kaynağa gerek yok zira herkesin bildiğini düşündüğüm bir vergi bu.

Yani ben, 1 yıl içerisinde 10.000 km yol yaptığım için, araç alımında devlete verdiğim haraç , özür dilerim vergi haricinde, 2.500 lira akaryakıta, 860 lira da MTV'ye vermiş bulunuyorum . Otoyol ücretlerini, araca bakım yaptırırken ödediğim KDV+ÖTV miktarını ise hesaplamıyor, ama akılda tutulması gerektiğini hatırlatmak istiyorum.

Şimdi, devlet yolu bana bedava mı yapmış? Bu rakamları, Türkiye'deki 20 milyon araç sayısı ile bir çarpalım bakalım, sonrada her yıl satılan ortalama 750 bin araçtan alınan vergileri düşünelim. Rakamsal olarak yazmam gerekirse, 20 milyon araçtan  ortalama olarak, 60.0000.000.00  (60 milyar Tl) gelir sağlanıyor.

750.000 bin araçtan ortalama 750.000*25.000 = 187.500.000000 ( yğzseksenyedi milyar lira) vergi alınıyor.

Üstelik bu rakamlar en iyi ihtimaller. 17 Bin tl mtv ödeyenler, %130 ÖTV ödeyenleri hesaplamadım, ortalama bir rakam çıksın diye düşük olan oranlardan hesaplama yaptım.

Gelelim yollara, 237 milyar tl ile kaç kilometre yol yapılabilir? Hem de bir yılda.

1 km yol 4 milyon tl ye mal olmakta.  1000 km yol 4 milyar tl yani,  10.000 km yol 40 milyar tl, 50.000 kilometre yol ise 200 milyar tl. Yani bir yılda devletin otomobillerden aldığı toplam vergiden bile az 50 bin kilometre yolun maliyeti.  Peki kaç kilometre yapılmış : Kaç km yol yapılmış?

Şaşırtıcı olduğunu düşündüğüm bir kaynaktan paylaşmak istedim. :)

Nasıl kandırıldığımız hakkında düşünmek gerek tabi. Neyse, bir diğer meseleye geçelim.

Hastaneler yapılmış,ilaçlar bedavaya geliyormuş, bedava tedavi oluyormuşuz, evimizin önü süpürülüyormuş..

Devlet dediğimiz tüzelliğin, kendine has bir bütçesi vardır, bu bütçe devletin vatandaşları tarafından oluşturulur. Yani vatandaşlar, devleti bir cihaz olarak kullanır, ona işlerin parasını verir, karşılığını bekler. Yani bilinçli toplumlarda bu böyledir.Dolayısıyla bilinçli bir toplumda kimse size bakın size lütfedip hastane yaptım diyemez. Bu iş aynı okul hademesinin velilerin karşısına geçip bakın okulu silip süpürdüm ne büyük lutfettim demesine benzer. Yani, parasını ödediğiniz bir işi yapan, size lütfetmiş olmaz.

Parasını ödemiyoruz ki diyenler çıkacaktır, keşke çıkmasa tabi ama yapacak bir şey yok, toplum olmanın götürüsü de bu işte,  bu yollarda beraber yürümek zorunda olmak. Neyse, gelgelelim, hiç bir şey bize lütfedilmiyor, aksine ödediğimiz ücretin karşılığını alamamaktayız bile . Neden mi?

Farz edelim ki ben aylık geliri 2 bin lira olan bir vatandaşım. Her ne kadar bu maaşla yoksulluk sınırının altında yaşıyor olmama rağmen toplum tarafından maaşım iyi görünüyor olsa da konu bu olmadığı geçiyorum.  2 bin lira gelirimden %15'ini, yani, 300 lirasını her ay devlete ödüyorum. Mecburum. Adı da gelir vergisi. Buyurun kaynak:

 Gelir vergisi ne kadar?


Bu parayı hangi hizmet için ödediğim meçhul, ilk başta açıkladığım devlet bütçesine minik bir katkı diyelim.

Markete gittim, su-ekmek-bisküvi gibi gıda alışverişimi yaptım, traş köpüğü aldım, toplamda 120 lira ödedim. Bu paranın ortalama %15'i de vergidir. Yani yuvarlak hesap 15 lira buraya vergi verdim. Aylık market alışverişi 200 lira olan bir insan 30 lira markette devlete haraç veriyor.

Cep telefonu, fotoğraf makinesi gibi ürünlerde bu durum çok daha vahim. 2.000 liralık bir teknoloji alışverişinizin yarısı vergiden oluşuyor en az. Bu paralar da devlet bütçesine katkı.

Ha bu arada, yemeklerden %18 vergi alınırken pırlantadan %1 alındığını da söyleyelim, verginin adı da ÖTV bu arada, yani özel tüketim vergisi. Zannımca ekmek kutsal ve özel bir ürün olduğu için durum böyle. Neyse.

Çöplerimiz toplanıyor? Evet. Toplanıyor . Ama şu paralarla:  Çevre temizlik vergisi

Şimdi aylık geliri 2.000 lira olan birisi üzerinden bir hesap yapalım;

-300 lira gelir vergisi ile yılda toplam 3.600 lira
-30 lira gıdaya vergi ile toplam 360 lira
-Yıllık en iyi ihtimalle 1.000 lira teknoloji harcamalarına vergi veriyor

 Hesabın çok şişmemesi için giysi kozmetik gibi kalemlere girmiyorum, ama girmiyor olduğum onların olmadığı anlamına gelmiyor.

Yani ortalama 2.000 lira maaş alıp yoksulluk sınırının altında yaşayan birisi , yılda 5.000 lira vergi veriyor devlete. Çöplerinin toplanıp evinin süpürülmesi için verdiği vergi hariç, o vergi temizlik hizmetine özgü :)

Şimdi bu vatandaşın verdiği bu paralar ne oluyor?  Devlet bütçesine katkı oluyor. Böylece devlet bakanlıklarına bütçe veriyor, ne için? Yol-hastane-pastane-darülaceze yapılması için.

Buyurun bakanlık bütçeleri :  2014 bütçesi : 2014 bütçesi

Bütçede her bakanlığa ayrılan paylara iyice bir bakınız. Ortalama bir hastane maliyetinin 10 milyon lira, sosyal tesis maliyetinin 3 milyon lira olduğunu düşünüp, bunları yapanın devlet büyüklerimiz mi , yoksa vatandaş, yani bizzat sizin bizim mi olduğuna karar veriniz. Yorum ve fikir sizin burada.

Bir diğer husus, yazı epey uzun olduğu için buna da değinip bitireceğim. İlaçlar ve tedavı giderleri. Bedava mı? Çoğu kişiye göre evet, aslında hayır.

Neden mi? Bugün asgari ücret alan birisi, maaşının %15ini SGK'ya vermek zorunda.
Bugün adam çalıştıran birisi, asgari ücret verdiği birisinin maaşının %15'ini SGK'ya vermek zorunda.

Yani, toplamda bir asgari ücretli, tam 300 lira SGK'ya ödeme yapmak zorunda. Yıllık 3.600 lira.

Yani burada devlet bir sigorta şirketi gibi çalışıyor. Aynı arabanıza kasko yaptırmanız gibi, önceden alıyor, sonra 'bir şey olursa'size geri veriyor. Tabi eğer nitelikli hizmet isterseniz, 'fark ücreti' ödemek zorunda kalıyorsunuz . Ayrıca maaşınızın yarısı tutarında bir parayı her ay devlete ödediğiniz için, kimse öyle her ilacı size bedava vermek zorunda da değil. Bedava olmayan bir çok ilaç var. Hoş ben daha bedava olanına rastlamadım ama , önemli değil.

Buyurun SGK primleri:
SGK primleri

Emeklilik diyen nispeten uyanık okuyucular için de , BES sistemine göz atmalarını öneririm. Özel bankalar bile bugün ödeyeceğiniz aylık 120 lira karşılığında size 20 yıl sonra bugünün asgari ücret tutarına denk gelen bir maaş verebiliyor. Bunun nasıl olduğunu faiz, zaman, ana para , piyasa ve para ekonomileri kavramıyla açıklayabiliyor olsak ta , bu yazımda değinmeyeceğim.

Son olarak, SGK sisteminin aslında kasko şirketlerinin çalışma şeklinden bir farkı olmadığını,yani kar amacı güden bir şirket gibi olduğunu, kendi üzerimden de anlatayım. Maaşım 2.000 lira gözüküyor, dolayısıyla primim yüksek, her ay devlete 400 lira SGK için ödüyorum.  2 yıldır SGK kaydım var. Allahı var ilk yıl 400 ödemedim,370 ödedim.Ortalamam 385 lira. Peki ben bu 2 yıl içinde devlete ne kadar yük oldum? Ne kadar ödedim?

24 ayda , ortalama 385 liradan, 9.240 tl devlete ödeme yapmışım. Allah devletimize zeval vermesin de, benim devlete giderim, 30 liralık fark ücretini zaten ödediğim 2 göz muayenesi ile 2 de nezle muaynesi oldu. Toplam da 150 lirayı bile bulmayan bu işlemler için SGK'a 9.240 lira ödedim.

Ama olsun, sonuçta sağlık hizmetlerimiz bedava. İlaçlar bedava. Benim gibi milyonlarca insanı hesaplarsanız, devletin Ergo İsviçre Sigorta Şirketinden hiçbir farkı olmadığını göreceksiniz zaten.

Sonuç olarak, devlet hiç bir şeyi bizlere bedava sunmuyor. Her şeyin parasını fazladan fazladan alıp, bizlere bunun karşılığında lütfetmiş gibi davranmakla kalmıyor, eksik hizmetler için de insanları her şeyin bir devlet lütfu olduğuna inandırdığı için hesap sorduramıyor. Bugün sağlık sistemini eleştirmeye kalksanız , karşınızda ilaçlar bedava daha ne olsun diyen insanlar yumruk sallıyor.

Yani ben, yapılan yollar, okullar, hastahaneler, çevre düzenlemeleri, güvenlik hizmetleri  gibi tüm bedava sandığım hizmetler için fersah fersah fazla para ödüyorum.

Devlet bir hayır kurumu değil, ama karşısına taleplerle çıktığınızda gerçekten bir 'hayır'kurumuna dönüşebilmekte.

ABD ile vergi kıyası

Son olarakta Kalkınmanın yolunun vergi olmadığını da yukarıda ki linke tıklayarak görebilirsiniz.

Hiç bir şey bedava değil, hiç bir şey de bize iyilik olsun, kıyak geçilsin, vatandaşa bedava hizmet olsun mantığıyla yapılmıyor. Her şeyin bedelini bizzat siz, ben , o , onlar ödüyor.

Bu yazıda da açıkça ortaya konduğu gibi.