3. Hava alanına sevinenlerin bir kez uçağa bindiklerinin şüpheli olduğu,
Borsa düştü diye üzülenlerin asgari ücretle geçinmeye çalıştığı,
Döviz yükseldi diye sinirlenen adamların kenarda 20 lirasının dahi olmadığı,
Belediyeciliği övenlerin sokaklarda ki çukurlardan, berbat trafikten şikayet edip durduğu,
Eğitim en önemli şeydir diyenlerin eğitim sisteminin 10 yılda 15 kez değiştirilmesini görmezden geldiği...
Halkçı geçinenlerin elit olduğu,
Solcuyum diyenlerin lüks rezidanslarda yaşadığı,
İşçilerin sesiyim deyip bünyesinde işçi barındırmayanların olduğu,
Sistem karşıtı olup Burger Kingde yemek yemekte hiç bir mahsur görmeyenlerin cirit attığı...
Dini tebliği amaç edinip kitaplarından ayda binlere lira kazananların vaaz verdiği,
Hoca geçinip ekonomist edasıyla faiz hakkında hutbeler okuyanlarn olduğu,
Cemaatini güçlendirmek adına tükürdüğünü yalama ustalarının doluştuğu,
Kızlarınızı okula göndermeyin deyip kadınlara hastalanınca sadece kadın doktora gidin diye salık verildiği...
Benim dediğimin tersini düşünen ölsün mantalitesinin sürdüğü,
Cahil insanların cahilliğini asla kabul etmediği, üstüne üstlük akıl küpü kesildiği,
Eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır lafına birebir uyanların büyük oranlar teşkil ettiği,
Sorgulamak yerine inkarın hala en çok tercih edilen savunma mekanizması olduğu,
Benim düşündüğüm kesin doğrudur, aksini düşünen kesinlikle aptaldır davranışlarının kol gezdiği...
Bir ülkeyiz..
Ses kaydı çıkmış, yolsuzluk olmuş vs. bunlar gündemdir. Bu mantık değişmedikçe bu tarz olaylar olur ve gündeme oturur.
Kayıtlar ilk çıktığında , muhalif olanlar direk atlayıp kabul edicek, kayıtların doğru olduğuna iman edicek, Hükumet savunucuları ise direk montaj deyip saçma sapan montajlarla bu işin aslında 'bu kadar' kolay olduğunu ispatlamaya çalışıp kanaatime gaflete düşeceklerdir diye öngörüde bulunmuştum. Ek olarak, 'adam aptal mı? Dinlendiğini bile bile bunları telefondan anlatacak' diyenlerin varlığına da gram şaşırmış bulunmuyorum.
Arkadaş, adamın telefonu kriptolu, işi acil, ne yapacak telefonla görüşmeyip? Gayet temkinli bir şekilde arayıp anlatmaya çalışacak istediğini. Kayıtlarda da aynen bu oluyor, zaten dinleniyoruz diye sadece son konuşmasında söylüyor başbakan, o konuşma da zaten paraları sakla gibi bir şey söylemiyor, kriptolu telefona az biraz güvenmek zorunda olduğu zamanlarda gayet temkinli olarak anlatmaya çalışıyor oğluna durumu. 'oğlum paraları saklayın dinleniyoruz' asla demiyor..
Ayrıca , 7 bin kişinin dinlendiğine rahatlıkla inanan insanlar , neden bu dinlemeye inanmıyor?
Aynı kaynaktan paylaşılmış kayıtlara Başbakan bizzat yanıt verip o kayıtlarda ki villalar aslında imarlı demedi mi? Yani aynı kaynağın yaptığı dinlemelerin gerçek olduğunu kabul etmedi mi?
Ayrıca , madem dinleme olmadı, montaj bunlar, neden o zaman kriptolu telefonumu dahi dinlemişler diye bir mesaj verildi ?
Şunu da belirteyim, TRT veya Tübitaktan alınacak bir raporun Başbakanın montaj bunlar demesinden kanıt olarak hiç bir üstünlüğü yoktur. Ancak buna rağmen, ABD 'den jet rapor başlığı altında kayıtlar montaj diye paylaşımlar yapıldı? E hani bu adam ABD karşıtıydı? ABD bu adama böyle bir raporu jet hızıyla verdiyse o zaman ABD 'ye karşı dik duruş vs. hikaye? Yok eğer vermediyse de açıkça yalancılık yapılmış. Nerede kaldı ABD ve siyonizm düşmanlığı? İşinize gelen raporu alınca rafa mı kalkıverdi?
Hem, zaten Başbakan taraftarları, özellikle 30 yaşın üstünde ki kesim, 'ben yemiyor demiyorum, bu da yiyor ama çalışıyor' demiyor muydu? Defalarca ben şahit oldum ki diyordu. E zaten çalıştığuna kanıt olarak yolları ve metroları gösteriyordunuz, e bu dinlemenin gerçek olması da yediğine dair kanıt işte, zaten bildiğiniz bir şey önünüze sunulunca niye bu kadar savundunuz ki?
Şaka bir yana, açıkçası bu kaydın gerçek olup olmaması beni ilgilendirmiyor, şahsi olarak şu sistemde oy kullanmanın hiç bir mantıklı yönü bulunmadığını düşünüyorum.
Yani kesinlikle kayıtlar doğrudur, veya kesinlikle montajdır demek doğru gelmiyor, ancak akıl ve mantık süzgecinden geçirdiğimiz zaman , bir yönü daha doğru geliyor ve bunu ortaya koymaya çalıştım.
Toplum, o kadar dediğim dedik, inandığım kesin görüşünde ki, hangi taraf için hangi delil gelirse gelsin, kimse görüşünü değiştirmeyecek, inancı yalan olduğu yönündeyse öyle kalacak ya da tam tersi.
Herkes inanmak istediğine inanır. Bunu bugün çok net olarak görüyoruz. Yine daha önce de yazılarımda kullandığım bir sözle ' insanları kandırmak, onları kandırıldıklarına inandırmaktan daha kolaydır'.
26 Şubat 2014 Çarşamba
16 Şubat 2014 Pazar
Biz, sizinle dalga geçtik, geçiyoruz.
Çok değil , 1 yıl önce kendi kendinin fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşanlara kro, cahil, keko, hanzo muamelesi yapılmaktaydı. Bugünlerde , ismini biraz cafcaflı hale getirdik, 'Selfie' dedik, sonra baktık ki geçen yıl bu tarz fotoğraflar çekenleri aforoz edenler, bir bir selfie fotoğraf çekip yayınlamaya başlamış.
4-5 yıl önce, geyikli, örme desenli kazak giyenler, estetik yoksunu, zavallı ve gariban ilan edilmekteydi.
Biz de boş durmadık, bu tarz kazak ve çeşitli giysileri bir iki tane popüler isme giydirdik, bir iki tane broşüre bastırıp reklamını yaptık. Bir de ne görelim, 4-5 yıl önce bu tarz giysileri giyenlere sadaka verenler, birden dolaplarını bu tarz şeylerle doldurmuş.
Yine bir kaç yıl önce, inşaat işçilerinin ve İski çalışanlarının giydiği uzun plastik botları, aynı taktikle kamuoyunun önüne sunduk, bir kaç ünlü simada görüldükten sonra insanlar tarafından benimsendi ve insanlar bunları satın aldılar. Lağım temizleme işinde çalışmamalarına rağmen, bunları giyip dolaştılar.
Bir kaç yıl önce, evlatlarına 'bırak o telefonu artık' diye sitem eden ebeveynler vardı. TV ve diğer medya organlarıyla, akıllı telefon kullanan orta yaşlı insanları , bu olayın artık gereksinim olduğunu bu ebeveyn grubuna benimsettik. Sonuç olarak sadece bir kaç yıl önce ne anlıyorsunuz şu telefonu kullanmaktan, bırakın iki dakika sohbet edelim diyen anne-babalar, akıllı telefon sahibi oldular ve ellerinden düşürmemeye başladılar.
Elbet boş durmadık, evlerinde STV ve Kanal 7 harici Tv izlenmeyen bir kitle vardı, öyle ki bunlar sadece bu kanalların izleneceğini, başka bir kanal asla izlemeyeceğini söylemekteydi. Biz de dijital uydu alıcılarını yaygınlaştırdık, ulaşılabilir kıldık, kanal sayısını arttırınca belgesel kanalları izlenir oldu, asla denen kırmızı çizgi bir kez aşılmıştı, gerisi geldi, STV ve Kanal 7 gibi kanalları itibarsızlaştırdık, yalan haber yapar duruma soktuk ve yayınlarını kalitesizleştirdik, diğer yandan diğer ulusal medyayı güçlendirdik, daha kaliteli ve yüksek bütçeli dizi ve programlar yaptırdık, böylece sadece iki üç kanal vasıtasıyla ulaşmak zorunda olduğumuz kitle daraldı, genelin içine aldık, zaten daha önceden eve Tv almama üzerine olan dirençlerini de STV ve Kanal 7 gibi muhafazakar kanallar piyasaya sürerek kırmıştık, bu da diğer bir adım oldu.
Faiz ve bankayla asla işim olmaz diyen kitleye karşı da bir çözümümüz olmalıydı elbet, bu kesimin yumuşak karnı dindi ve bunu kullandık. Müslüman liderlerin ve kanaat önderlerinin destekleriyle 3-4 adet müslüman banka getirdik, ülkeye yayılmalarını sağladık. Bu bankalara faizin adını kar payı olarak değiştirmelerini, kredi verip faizli geri alma işlemini ön alım işlemi olarak nitelendirmeleri gerektirdiğini salık verdik. Onlar da öyle yaptılar, bu bankaların şubelerinde faizin adı geçmedi, ancak faizle eşit oranda kar payları ve faizden çok daha yüksek bir bedelle yaptırılan ön alım işlemleri günlük rutin oldu, böylece faizle işi olmayan insanları da kapsadık, işimize koştuk.
30-40 yıl önce yaptığımız toplum mühendisliğini tersini çevirip yeni nesli baştan inşa ettik, o zamanlar yeşilçam filmlerinde zengin olmanın ilk şartının kötü olmak olduğunu benimsettik. filmlerimizde tüm zenginler kötüydü.Fakirler ise gururlu. Böylece %90'ı fakir olan halk fakirliği ile gurur duyup tüketime özenmedi. Bugün ise zenginlerin de iyi olduğunu, zengin yaşam tarzının mükemmel olduğunu, bütün sorunların zenginlikle çözülebileceğini, tüketimin mutluluk kaynağı olduğunu aşılıyoruz. Dikkat edin, ulusal çapta etkiye sahip her kanalın en az 2 tane zengin hayatını öven, özendiren dizisi vardır, bunun olmasını sağladık.
Bir de ülkenin aydın geçinip karanlığa gömülmüş kısmı vardı, onları gülünç duruma düşürmek ise hiçte zor olmadı, tuttukları resmi bir siyasi parti vardı, bu partiyi sol bir parti görüp buna oy atınca kendilerini aydın hissediyorlardı. Ve bu partinin en büyük tezlerinden birisi de dini devlet işlerine karıştırmamaktı. İşlem gayet basit oldu, önce en radikal kesime doğru partiden bir açılım sağladık, çarşaflı bayanlara CHP rozeti takıldı, liderleri değişti ve artık bu partinin de seçim konuşmalarında inşallah ve maaşallahlı cümleler görmeye başladık. Türban açılımı yaptırıp karşı çıkanları bir bir partiden dışlattık. Ardından tam da tahmin ettiğimiz gibi aileden bu partili olan aydın sürüsü, oylarını başka bir partiye kaydırmadı, aksine bu partinin oyları artış gösterdi.
Modadan bankacılığa, eğilimlere, zannetmelere, ve kesin olarak inanılan şeylere hükmettik, değiştirdik, yeniden inşa ettik. Siyaset ise sadece bir oyun sahnesiydi ve istediğimizi oynatmakta özgürdük/özgürüz.Oraya değinmeye şimdilik gerek duymuyorum. Toplumsal rol modeller yaratmakta işe yaradığını belirtmekle yetineyim.
Ek olarak, toplumda biz bunlar yaparken işin farkına varan çok az insan vardı/var, onlarda dinlenmedikleri için etki alanları dar, bizim elimizde medya, onların elinde kuru bilgi var.Başaramazlar, çünkü insanları kandırmak, insanları kandırıldıklarına inandırmaktan daha zordur.
Bir Dost/Düşman.
4-5 yıl önce, geyikli, örme desenli kazak giyenler, estetik yoksunu, zavallı ve gariban ilan edilmekteydi.
Biz de boş durmadık, bu tarz kazak ve çeşitli giysileri bir iki tane popüler isme giydirdik, bir iki tane broşüre bastırıp reklamını yaptık. Bir de ne görelim, 4-5 yıl önce bu tarz giysileri giyenlere sadaka verenler, birden dolaplarını bu tarz şeylerle doldurmuş.
Yine bir kaç yıl önce, inşaat işçilerinin ve İski çalışanlarının giydiği uzun plastik botları, aynı taktikle kamuoyunun önüne sunduk, bir kaç ünlü simada görüldükten sonra insanlar tarafından benimsendi ve insanlar bunları satın aldılar. Lağım temizleme işinde çalışmamalarına rağmen, bunları giyip dolaştılar.
Bir kaç yıl önce, evlatlarına 'bırak o telefonu artık' diye sitem eden ebeveynler vardı. TV ve diğer medya organlarıyla, akıllı telefon kullanan orta yaşlı insanları , bu olayın artık gereksinim olduğunu bu ebeveyn grubuna benimsettik. Sonuç olarak sadece bir kaç yıl önce ne anlıyorsunuz şu telefonu kullanmaktan, bırakın iki dakika sohbet edelim diyen anne-babalar, akıllı telefon sahibi oldular ve ellerinden düşürmemeye başladılar.
Elbet boş durmadık, evlerinde STV ve Kanal 7 harici Tv izlenmeyen bir kitle vardı, öyle ki bunlar sadece bu kanalların izleneceğini, başka bir kanal asla izlemeyeceğini söylemekteydi. Biz de dijital uydu alıcılarını yaygınlaştırdık, ulaşılabilir kıldık, kanal sayısını arttırınca belgesel kanalları izlenir oldu, asla denen kırmızı çizgi bir kez aşılmıştı, gerisi geldi, STV ve Kanal 7 gibi kanalları itibarsızlaştırdık, yalan haber yapar duruma soktuk ve yayınlarını kalitesizleştirdik, diğer yandan diğer ulusal medyayı güçlendirdik, daha kaliteli ve yüksek bütçeli dizi ve programlar yaptırdık, böylece sadece iki üç kanal vasıtasıyla ulaşmak zorunda olduğumuz kitle daraldı, genelin içine aldık, zaten daha önceden eve Tv almama üzerine olan dirençlerini de STV ve Kanal 7 gibi muhafazakar kanallar piyasaya sürerek kırmıştık, bu da diğer bir adım oldu.
Faiz ve bankayla asla işim olmaz diyen kitleye karşı da bir çözümümüz olmalıydı elbet, bu kesimin yumuşak karnı dindi ve bunu kullandık. Müslüman liderlerin ve kanaat önderlerinin destekleriyle 3-4 adet müslüman banka getirdik, ülkeye yayılmalarını sağladık. Bu bankalara faizin adını kar payı olarak değiştirmelerini, kredi verip faizli geri alma işlemini ön alım işlemi olarak nitelendirmeleri gerektirdiğini salık verdik. Onlar da öyle yaptılar, bu bankaların şubelerinde faizin adı geçmedi, ancak faizle eşit oranda kar payları ve faizden çok daha yüksek bir bedelle yaptırılan ön alım işlemleri günlük rutin oldu, böylece faizle işi olmayan insanları da kapsadık, işimize koştuk.
30-40 yıl önce yaptığımız toplum mühendisliğini tersini çevirip yeni nesli baştan inşa ettik, o zamanlar yeşilçam filmlerinde zengin olmanın ilk şartının kötü olmak olduğunu benimsettik. filmlerimizde tüm zenginler kötüydü.Fakirler ise gururlu. Böylece %90'ı fakir olan halk fakirliği ile gurur duyup tüketime özenmedi. Bugün ise zenginlerin de iyi olduğunu, zengin yaşam tarzının mükemmel olduğunu, bütün sorunların zenginlikle çözülebileceğini, tüketimin mutluluk kaynağı olduğunu aşılıyoruz. Dikkat edin, ulusal çapta etkiye sahip her kanalın en az 2 tane zengin hayatını öven, özendiren dizisi vardır, bunun olmasını sağladık.
Bir de ülkenin aydın geçinip karanlığa gömülmüş kısmı vardı, onları gülünç duruma düşürmek ise hiçte zor olmadı, tuttukları resmi bir siyasi parti vardı, bu partiyi sol bir parti görüp buna oy atınca kendilerini aydın hissediyorlardı. Ve bu partinin en büyük tezlerinden birisi de dini devlet işlerine karıştırmamaktı. İşlem gayet basit oldu, önce en radikal kesime doğru partiden bir açılım sağladık, çarşaflı bayanlara CHP rozeti takıldı, liderleri değişti ve artık bu partinin de seçim konuşmalarında inşallah ve maaşallahlı cümleler görmeye başladık. Türban açılımı yaptırıp karşı çıkanları bir bir partiden dışlattık. Ardından tam da tahmin ettiğimiz gibi aileden bu partili olan aydın sürüsü, oylarını başka bir partiye kaydırmadı, aksine bu partinin oyları artış gösterdi.
Modadan bankacılığa, eğilimlere, zannetmelere, ve kesin olarak inanılan şeylere hükmettik, değiştirdik, yeniden inşa ettik. Siyaset ise sadece bir oyun sahnesiydi ve istediğimizi oynatmakta özgürdük/özgürüz.Oraya değinmeye şimdilik gerek duymuyorum. Toplumsal rol modeller yaratmakta işe yaradığını belirtmekle yetineyim.
Ek olarak, toplumda biz bunlar yaparken işin farkına varan çok az insan vardı/var, onlarda dinlenmedikleri için etki alanları dar, bizim elimizde medya, onların elinde kuru bilgi var.Başaramazlar, çünkü insanları kandırmak, insanları kandırıldıklarına inandırmaktan daha zordur.
Bir Dost/Düşman.
12 Şubat 2014 Çarşamba
Hayvan hakları ve kamu düzeni
İnsan öldürmek suçtur, o kişinin ailesine ve yakınlarına ödeyeceğiniz tazminat dışında , sırf kamu düzenini bozduğunuz için kamu davası görülür ve bunun neticesinde bir ceza verilir.
Hırsızlık suçtur, sırf malını çaldığınız kişiye verdiğiniz zarardan değil, kamu düzenini bozduğunuz için de yine kamu davası görülür ve mahkumiyet söz konusu olur.
Yere tükürmek ise bir kabahattir, yerlerde ki tozları kirlettiğiniz için kabahat işlersiniz ve idarece bir yaptırım uygulanır, kınama, uyarma veya idari para cezası gibi.
Aynı şekilde, evinizde beslediğiniz masum,savunmasız, bir can taşıyan , duyguları dahi olan ve acı çekme yetisine sahip bir hayvanı öldürdüğünüzde de kabahat işlemiş sayılırsınız, idari para cezasına çarptırılır,öder ve kurtulursunuz. Yani mevcut kanunlarımıza göre işkenceyle hayvan öldürmek ile yere tükürmek arasında nitelik olarak hiç bir fark yoktur. İkisi de kabahatler kanununda düzenlenmiştir, buna düzenlemek denirse tabi.
İlk başta değindiğimiz kamu düzeni kavramına bakalım, biraz düşündüğümüz zaman sözlük kullanmadan da bir tanım oluşturabiliriz, kamu düzeni dediğimiz şey, toplumun huzur ve güven içinde olması, bireylerin fiziksel ve psişik olarak sağlığının yerinde olması ve günlük işlerin bu kapsamda yürütülmesi durumudur.
Hırsızlık, adam öldürme , adam yaralama gibi suçlar toplumun bu sağlıklı işleyişine zarar verdiği için kamu davası ile de yaptırıma bağlanır ve ceza görülür, hepsi suç olarak düzenlenmiştir, çünkü bu bahsettiğim düzen bozulmuştur, insanlar kendilerini fiziksel ve psikolojik sağlıklı hissetmekten yoksun kalmış, güven ve huzura gölge düşmüştür.
Tam da bu noktada, bu haftanın gündemi olan ve 3 günde unutulan işkence ile sahiplendiği kediyi öldüren failin olayına bakalım.
Bu olay kamu düzenini bozdu mu ? Kamu düzenini tehdit etti mi? Bir hırsızlık olayı kadar kamu düzenine halel getirdi mi? Bu sorulara yanıt arayalım.
Bu olayı duyan kaç kişi o an üzülmedi? Kaç kişi o iş günü içerisinde kendini işine tam manasıyla verebildi? Kaç kişi bu olay aklına geldiğinde duraksayıp günlük işlerini aksatmadı? Kaç kişi bu olay yüzünden toplumsal yozlaşmayı görüp topluma ve kamu düzenine dair güven kaybı yaşamadı? Kaç kişinin diğer insanlara olan bakışı daha olumsuzlaşmadı?
Burada sorduğum kaç kişiler, sayıca epeyce az olacaktır. Toplum olarak bu olaydan etkilendiğimiz ve tanımını verdiğim kamu düzeninin bozulduğu da apaçık ortadadır.
Kamu düzenine halel getirmek ise kamu davası ile yaptırıma bağlanması gereken bir suçtur. Özel hukukun bir çok kanun maddesinde değinilen normal insan kavramında ki normal bir insanın bir hayvana işkence edilmesinden etkilenmemesi mümkün değildir. Bugüne kadar yapılan tüm sosyolojik ve psikolojik çalışmalara göre de toplumun geneli normal insan statüsünde olduğundan, toplumun bu olaydan etkilenmemesi ve dolayısı ile kamu düzeninin bozulmaması mümkün değildir.
Bu kadar açık bir şekilde kamu düzeninin bozulduğu ortada iken, mevcut düzende bu durum yok sayılıyor.
Hayvanlara işkence sadece kabahat olarak görülüyor ve kabahatler kanunu niteliği gereği bir idare kanunu olduğu için, yani muhattabı mahkemelerden çok idare olduğu için, idare dediğimiz kavramından yine aynı kanundan mütevellit yapabileceği en ağır şey para cezası kesmek olduğu için bugün Eskişehir'de ki olayın faili teknik olarak suçlu değildir, kabahatlidir. Dolayısıyla aldığı ceza da bu doğrultuda olmuştur.
Tüm bunlardan hareketle varmak istediğim sonuç, hayvanlara işkence etme, yaralama veya öldürme hususlarının kabahatler kanununda değil de ceza kanunlarında düzenlenmesi, yaptırımının ağırlaştırılması, caydırıcı olması, kamu düzenini bozan bir durum olduğunun kanun koyucu tarafından kabul edilmesi ve bu suçu (müsaadenizle suç demek istiyorum) işleyenin kamu düzenini bozmaktan da yargılanması ve kamu davasının da bu doğrultu da görülmesi, kanun koyuculara hayvanların da can taşıdığının, acı çekebildiğinin, ecelleriyle ölebildiklerinin yani öldürülmeye ihtiyaçları olmadığının , kanunun var oluşundan beri süregelen zayıfı koruma iddiasında ki zayıf taraf olarak yer aldıklarının yani kanunun korumasına ihtiyaç duyduklarının hatırlatılması, ve bu bağlamda çalışmalar yapılmasıdır.
Ben burada sinekte canlıdır, böcekte canlıdır veya sığırları kesip yiyoruz gibi bir cümlede aşılabilecek aklı selim olmayan tezlere yanıt vermek istemiyorum, vermek istediğim mesaj bellidir, sarihtir.
Hırsızlık suçtur, sırf malını çaldığınız kişiye verdiğiniz zarardan değil, kamu düzenini bozduğunuz için de yine kamu davası görülür ve mahkumiyet söz konusu olur.
Yere tükürmek ise bir kabahattir, yerlerde ki tozları kirlettiğiniz için kabahat işlersiniz ve idarece bir yaptırım uygulanır, kınama, uyarma veya idari para cezası gibi.
Aynı şekilde, evinizde beslediğiniz masum,savunmasız, bir can taşıyan , duyguları dahi olan ve acı çekme yetisine sahip bir hayvanı öldürdüğünüzde de kabahat işlemiş sayılırsınız, idari para cezasına çarptırılır,öder ve kurtulursunuz. Yani mevcut kanunlarımıza göre işkenceyle hayvan öldürmek ile yere tükürmek arasında nitelik olarak hiç bir fark yoktur. İkisi de kabahatler kanununda düzenlenmiştir, buna düzenlemek denirse tabi.
İlk başta değindiğimiz kamu düzeni kavramına bakalım, biraz düşündüğümüz zaman sözlük kullanmadan da bir tanım oluşturabiliriz, kamu düzeni dediğimiz şey, toplumun huzur ve güven içinde olması, bireylerin fiziksel ve psişik olarak sağlığının yerinde olması ve günlük işlerin bu kapsamda yürütülmesi durumudur.
Hırsızlık, adam öldürme , adam yaralama gibi suçlar toplumun bu sağlıklı işleyişine zarar verdiği için kamu davası ile de yaptırıma bağlanır ve ceza görülür, hepsi suç olarak düzenlenmiştir, çünkü bu bahsettiğim düzen bozulmuştur, insanlar kendilerini fiziksel ve psikolojik sağlıklı hissetmekten yoksun kalmış, güven ve huzura gölge düşmüştür.
Tam da bu noktada, bu haftanın gündemi olan ve 3 günde unutulan işkence ile sahiplendiği kediyi öldüren failin olayına bakalım.
Bu olay kamu düzenini bozdu mu ? Kamu düzenini tehdit etti mi? Bir hırsızlık olayı kadar kamu düzenine halel getirdi mi? Bu sorulara yanıt arayalım.
Bu olayı duyan kaç kişi o an üzülmedi? Kaç kişi o iş günü içerisinde kendini işine tam manasıyla verebildi? Kaç kişi bu olay aklına geldiğinde duraksayıp günlük işlerini aksatmadı? Kaç kişi bu olay yüzünden toplumsal yozlaşmayı görüp topluma ve kamu düzenine dair güven kaybı yaşamadı? Kaç kişinin diğer insanlara olan bakışı daha olumsuzlaşmadı?
Burada sorduğum kaç kişiler, sayıca epeyce az olacaktır. Toplum olarak bu olaydan etkilendiğimiz ve tanımını verdiğim kamu düzeninin bozulduğu da apaçık ortadadır.
Kamu düzenine halel getirmek ise kamu davası ile yaptırıma bağlanması gereken bir suçtur. Özel hukukun bir çok kanun maddesinde değinilen normal insan kavramında ki normal bir insanın bir hayvana işkence edilmesinden etkilenmemesi mümkün değildir. Bugüne kadar yapılan tüm sosyolojik ve psikolojik çalışmalara göre de toplumun geneli normal insan statüsünde olduğundan, toplumun bu olaydan etkilenmemesi ve dolayısı ile kamu düzeninin bozulmaması mümkün değildir.
Bu kadar açık bir şekilde kamu düzeninin bozulduğu ortada iken, mevcut düzende bu durum yok sayılıyor.
Hayvanlara işkence sadece kabahat olarak görülüyor ve kabahatler kanunu niteliği gereği bir idare kanunu olduğu için, yani muhattabı mahkemelerden çok idare olduğu için, idare dediğimiz kavramından yine aynı kanundan mütevellit yapabileceği en ağır şey para cezası kesmek olduğu için bugün Eskişehir'de ki olayın faili teknik olarak suçlu değildir, kabahatlidir. Dolayısıyla aldığı ceza da bu doğrultuda olmuştur.
Tüm bunlardan hareketle varmak istediğim sonuç, hayvanlara işkence etme, yaralama veya öldürme hususlarının kabahatler kanununda değil de ceza kanunlarında düzenlenmesi, yaptırımının ağırlaştırılması, caydırıcı olması, kamu düzenini bozan bir durum olduğunun kanun koyucu tarafından kabul edilmesi ve bu suçu (müsaadenizle suç demek istiyorum) işleyenin kamu düzenini bozmaktan da yargılanması ve kamu davasının da bu doğrultu da görülmesi, kanun koyuculara hayvanların da can taşıdığının, acı çekebildiğinin, ecelleriyle ölebildiklerinin yani öldürülmeye ihtiyaçları olmadığının , kanunun var oluşundan beri süregelen zayıfı koruma iddiasında ki zayıf taraf olarak yer aldıklarının yani kanunun korumasına ihtiyaç duyduklarının hatırlatılması, ve bu bağlamda çalışmalar yapılmasıdır.
Ben burada sinekte canlıdır, böcekte canlıdır veya sığırları kesip yiyoruz gibi bir cümlede aşılabilecek aklı selim olmayan tezlere yanıt vermek istemiyorum, vermek istediğim mesaj bellidir, sarihtir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)