20 Aralık 2013 Cuma

Çelişkiler, kılıflar, itiraflar, hikaye.







FETHİ ’YE…



            Derse 5 dakika vardı. Sigaramın yarısı bile bitmemişken son bi fırt daha çektim ve küllüğe attım. Aslında bitirirdim ama Mustafa hoca 1 dakika bile geç kalsa almıyor kimseyi. Sırf onun dersine yetişebilmek için arabayla çıkıyorum. Hatta bu sabah derse yetişmeye çalışırken emniyet kemeri takmadığım için ceza bile yedim. Ceza da bir depo benzin parası amına koyim. Sanırsın ülkeyi doğu ve batı olmak üzere ikiye ayırıyoruz! Altı üstü bi emniyet kemeri takmadım lan. Hem kaç kişiyi kurtarmış ki anasını satayım kemer şu güne kadar?  (aslında çözüm basit: 

            Sınıfa gidene kadar size kendimi tanıtayım. Ben, Emin Doğru. 3. sınıf gazetecilik öğrencisiyim. Gittiğim üniversiteye girebilmek için 1 yıl açıkta bekleyip ders çalıştım anca o şekilde puanımı yetirebildim ama bu çabalarıma değdi. Kesinlikle Türkiye’deki en iyi bir-iki okul arasına girer.
Zararlı alışkanlığım pek yoktur, günde bir paket sigaram var ama o kadarı hangimizde yok ki zaten.. Ha, zararlı alışkanlık mı dersiniz başka bir şey mi dersiniz bilemem ama biraz da kiloluyumdur üzerinize afiyet. Ne denesem bu kiloyu veremedim. Spor, diyet, ilaç, oruç, akupunktur.. Yok! Hiçbiri fayda etmedi. Amaaan etmezse etmesin. Erkek dediğinde zaten kilo şart. Hastalığa davetiye resmen.

            Sınıfın olduğu kata ulaştım, hoca sınıfa benden daha yakındı. İçime hüseyn bold kaçmışçasına bir çabayla hocayı geçtim ve sınıfa girdim. Gerçi ders mers pek sallamazdım ama bu derste şakaya gelmezdi şimdi, anarşikronizm de bir yere kadar. Hoca içeri girdiğinde beni gösteriyordu. “Sen!” dedi “Sen sen.. Adın ne senin?”. Söyledim adımı hocanın ne diyeceğini merak ederek. “Çıkar mısın dışarı Emin” dedi Mustafa hoca. E peki niye?
“Bakma suratıma öyle aval aval. Lise mi sandın sen burayı? Sınıfa koştura koştura giremezsin. Dışarı!”
Çıkmak mecburi oldu tabi. Çıkarken de kapıyı epey sertçe çarptım ki kızdığım anlaşılsın.
Böyle durumlarda onca insanın içinde aşağılandığını hissediyorsun ama aynı olay başka birinin başına gelse hiç umrunda da olmuyor. Süje kendin olduğun için herkesin umrundaymış gibi hissediyorsun. Tıpkı senin umrunda olmayan şeyi hiç kimsenin umrunda değilmiş sanmandaki gibi. Bir nevi egoizm de denilebilir. Neyse ne işte.

            Niye gelmiştim ki okula zaten. Ders dinleyeceğim yoktu nasıl olsa. Sırf bir-iki arkadaş göreyim de canım sıkılmasın işte.. Ders notlarını nasıl olsa sınıftaki kızlardan falan alıyorum.
İkinci derse girsem mi acaba diye düşündüm. Bu bunak nasıl olsa bitirir dersi erkenden, ben de eve gideyim bari.

            Köşedeki bakkala uğradım önce. Bi Parliament istedim.
“Sen bu kiloyla bi de sigara mı içiyon yeaauv heh heh”
Çok komiksin amk malı çok komiksin.
“Hehe valla abi başladık bi kere bırakamıyoruz” Şu cümlemdeki yapmacıklığımı ben de biliyordum o da biliyordu. Bu yüzden olacak, başka bir şey söylemedi.
“Borcum nedir?”
“9.50”
“Buyur abi”

            Gittim otoparka, arabaya oturdum. Bir sigara yaktım. O sigara bitene kadar da çalıştırmadım arabayı. Sırf sinirim geçsin biraz diye müzik bile açmadım. Sigara bitince arabayı çalıştırıp yola koyuldum. Sinirim de sigaranın etkisiyle epey azalmıştı. Sigara ömrümü 10 yıl eksiltecekse 20 yıl artırıyor lan. Ne zaman bir şeye sinir yapsam veya üzülsem kafama takmıyorum, tak yakıyorum bir sigara, strestir sinirdir hiçbir şeyim kalmıyor. Lise 2’de başladım sigaraya ve o zamandan beri en kadim dostumdur. Bak yine canım çekti yakayım bi tane daha..
           
            ...
            ...
            ...

            “AH! LAN! HASSİKTİR! LAN!! L..!”
           
            ...
            ...
            ...

            Gözlerimi zar zor açtım. Tekrar kapamak zorunda kaldım. Her taraf parlaktı. Sanıyorum bir hastanedeydim. Neden pasparlak beyaz yaparlar şu anasını sattığımın yerlerini ya? Temizliği simgeliyorsa duvarın kenarına dökülüp çoktan kurumuş, hastane kantininden alınmış iğrenç meyve suyu birikintisi ne? Tavandaki sinek ölüleri ne? Çok temizsiniz anladık.. Bi dakka lan hastanedeyim ben!! Bir kaza falan geçirmiş olmalıyım. Kaza anındaki travma yüzünden kısmi hafıza kaybı yaşanabiliyor olduğunu biliyorum. Benimse hatırladığım son şey Mustafa hocanın beni dışarı atması. Yavşak herif. Kim bilir ona mı kızdım da sağıma soluma bakmadan yola atladım ya da ne bileyim, kavgaya falan mı karıştım acaba? Taksinin tekine kartopu falan mı attım yoksa? Ne saçmalıyorum lan yine. Kartopu ne alaka?

            Uyumuşum. Daha doğrusu uyur gibi bir halim vardı. Hani anneniz veya babanız durduk yere uyur, uyandırınca da uyuduğunu inkar eder ya onun gibi bir uykuydu bu.

            Yatağın ucunda ki hemşire serumu değiştirdi, hayal meyal annemi ve babamı gördüm, bir şey  konuşuyorlardı ama gözlerimi aralayınca sustular, “erken, sunmak, araba” kelimelerini duyduğumu sandım, serum değişti değişmesine de..

            Uyuduğunun farkında olmak çok ilginç bir iş. Normalde 4 saniyelik kıymetli rüyalarda bunun farkına varınca uyanılır, lan bu sefer biliyorum işte, uyuyorum, gerçekte merçekte değilim de, kalkmak yemiyor. Olmuyor bir türlü. Neyse, rüya görmeye devam. 

            Gördüğüm şey rüya mıydı şimdi? Şimdiye kadar gördüğüm rüyalar Flash TV’deki ruhlu cinli skeçlerden bile daha sürrealistti. Hepsi. Ama bu seferki resmen anı gibi bir şeydi. Ve muhtemelen anıydı da. Okuldan çıkmışım, ağzımda sigara ile araba sürüyorum. Tam ana caddeye çıkacakken sigaranın külü bacağıma düşüyor. Küfür falan ediyorum, hemen arkasından da bir arabaya çarpıyorum. Öyle aman aman bir çarpışma değil. Cam bile kırılmıyor. Öne doğru savruluyorum. Hızla açılan hava yastığı göğsüme bir darbe indiriyor ve göğsümden “kıt” diye bir ses geliyor. Orada bitiveriyor rüya. N’oldu ki şimdi? Hastanede olmamın sebebi bu muydu?

            Niye buradaydım? Çünkü sigara içiyordum. Hani şu kadim dostum dediğim sigara. Niye buradaydım? Çünkü emniyet kemerimi takmıyordum. Hani şu kaç kişiyi kurtarmış ki dediğim emniyet kemeri. Niye buradaydım? Çünkü şişmandım. Hani şu her erkeğe şart ve SAĞLIK göstergesi olan kilo var ya, işte onun yüzünden HASTANEdeydim.

            Bu an, kişisel nirvana anımdı sanırım, başladım münker ve nekir rolünü oynamaya, mezarda yatan bendim , melekler mantığım ve zihnim.

            Kemer takmak gereksiz derdim, her muhabbeti açıldığında nehre düşen ve kemeri sıkıştığı için boğulan amcadan bahsederdim ki böyle bir şey okumamış veya duymamıştım, olsun. Olabilir miydi bu? Olabilirdi. Öyleyse olmuştu. Kendimi yaptığım ve yapmadığım şeylerde en doğrusunu bildiğime inandırmıştım. Aslına bakılırsa bunu herkes yapıy.. Bak hala da yapıyorum aynı şeyi.
Kemer şimdiye kadar kaç kişiyi kurtarmış demiştim. Beni kurtaracaktı. Başkası sınıftan atılınca hiç umrunda olmaz ama sen atıldığında herkesin umrundaymış gibi hissedersin ya, bu da öyle işte. Benim başıma gelene kadar zerre umrumda olmadı, zira ölen ben değildim. Şimdi ise benim. Henüz ölmedim ama ölmediğime emin bile olamıyorken ne kadar yaşıyor olabilirim ki?

            Rüyadaydım, beynimin derinliklerinde, herhalde savunma mekanizmalarına yakın bir yerlerde olacaktım ki bunları düşünebiliyordum, insan bazen kusurlu veya yanlış olduğunu bildiği bir davranışı yaptığı halde buna karşı  laflar eder, karşıt tepki geliştirme diyorlar ondan işte. Meğer öyle bir şey yapıyormuşum lan galiba, cidden.

            Gelelim sigaraya. Kadim dostum. Sağ ol lan. Düştüğüm hale bak. Daha 4 -5 gün önce, belki 20 gün belki de 800 gün önce, babam tepemde hayıflanırken, babama 87 yıl yaşayan dedemin abisi örneğini vermiştim. Ardından babamın en yakın arkadaşlarından olan Murat abinin 36 yaşındayken hiç sigara alkol kullanmamış olmasına rağmen öldüğünden bahsedip finali yapmıştım. Babam bir şeyler diyecek olduysa da hatırlamıyorum, dinlemedim. Ulan gözümü açıp bir bakmadım ki. Babam, amcasını kaç defa hastaneye kendi elleriyle götürdü, kaç defa kan bulmaya gittik sağdan soldan. Hepsi de sigaradan oldu amına koyim hepsi. Bu tarz şeylerde ömür değil yaşam kalitesi önemliymiş demek ki..Adamın sağlıklı gününü hatırlamıyorum lan oldum olası, neyine yaşıyor bu adam, yaşıyormuş, sevsinler…

            Bak uyku iyi demiştim, biraz uyudum zihnim açıldı. Sahi dedem, annemin babası, ben 2 yaşındayken ölmüş. Hayal meyal hatırlıyorum. 57’sinde gitti adam. Sünnet sayılır ehehe tövbestağfurullah. Herkes sebepsiz yere gitti demişti. Sebepsiz olur mu lan? Sebep gözünüzün önünde. Göbek heralde. Göbek. Hıyara gölge yapan.Bu adam da döneminin trendine uyup her gün tütün sarar içerdi, sık sık kendisine benzetilmemden de çıkarabileceğim üzere yemiş yemiş sıçmamış tipinde bir adamdı rahmetli. Neden kalp krizi geçirmiş olabilir acaba, allah allah? Daya sigarayı, ye kıtlıktan çıkmış gibi, sonra aniden git.. Yok lan öyle bir dünya. Yavaş yavaş götürmüş kendini işte.

            Neden buradaydım? Bunu sorgulayarak, daha doğrusu buna dürüstçe cevap vererek kendimin ne kadar çelişkili bir yaratık olduğunu keşfedivermiştim. Aslında sırf canımın istemediğini yapmamak , veya sırf irademe sahip olamadığım için bir şeyden vazgeçememek gibi şeyleri meşru göstermek için farkında olmadan mazeret üstüne mazeret bulmuştum hep. Üstüne üstlük bunlar entel görünen birkaç cümleyle hararetle savunmuş, farklı olduğumu vurgulamış, tersini düşünenlere akılsız muamelesi yapmıştım.

            Yavaş yavaş tüm bu yanılgılarım aklıma gelmeye başladı. Bahis oyunları oynardım. Ne boş işlermiş ya. “İhtimal her zaman kasadan yanadır” ilkesini gözümün önüne almak bile istememişim. Bahisin kurallarını bldiğimi düşünmüştüm oysa ki her zaman. Yemek paramı Arsenal’e niye basıyorum amına koyim ben ya? Arsenal’de oynayan adamların kendilerine iki apartman daha alabilmesi için tezgah hepsi işte lan. Nasıl bunu göremez lan insan?  Hadi diyelim kazandım , 100 kuponumdan biri tutsa, onun parasını yine bahiste kaybedecektim ki, ne iş, oyna,kaybet, oyna kazan ve kaybet, döngü bu.
Ben hiç gazeteci olmak da istememiştim aslında. Puanım buraya yetti. Tamam, Türkiye’nin en iyi okullarından olduğu şüphesiz ama isterse intergalaktik seviyede bir üniversite olsun, BEN GAZETECİ OLMAK İSTEMİYORUM. Nokta. Ben istemediğim bölümü istediğim kadar okuyayım, o üniversite benim için rakip takım taraftarlarının arasında maç izlemek gibi bir şeydir. En güzel durumda bile sevinemezsin ya, en iyisi de olsa sevemem ben o üniversiteyi.

            Ulan amma çok konuştum ha. Ben anlatmaktan sıkıldım sen okumaktan sıkılmadın. Eyvallah kardeşim.

            Öldüm mü yaşıyor muyum bilmiyorum ama ölmek böyle bir şeyse yaşamak, yaşamak böyle bir şeyse ölmek istiyorum.


            Tam da bunları düşündükten sonra bir hareketlenme oldu bende. Terlemeye başladım. Ter gözüme giriyor ve hiç acı çekmiyormuşum gibi bir de gözüm yanıyordu. Aletler hızlı hızlı ötmeye başladı. Leş gibi bir şey kokmaya başladı. Vücudum komple yanıyordu sanki. Nöbet geçiriyor olmalıydım. Suya düşmüş eti yemeye giden piranalar gibi doktorlar başıma toplandı. Ağzıma yarı yumuşak bir şey koydular, sanıyorum dilimi ısırmamam için. Daha doktor elini ağzımdan çıkarmadan kustum. Kusunca hareketim sona erdi. Epey umutlanmıştım bu sefer ölürüm diye ama yine olmadı. Yine beraberiz kendim. Of çıldırmak üzereyim ya, tam da oluveriyordu.         
          


Nasıl oldu bilmiyorum ama bilincim kapandı bir süreliğine. Dışarıdan bakan için zaten uzun bir süredir kapalıydı da benim için yeni bir durum bu. Akşam saat 9 gibi uyandım. Etrafıma şöyle bir göz attım. Gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Neden pasparlak beyaz yaparlar şu anasını sattığımın yerlerini ya? Boğazım kurumuş, yanımdaki komidinde duran suyu içtim. Her tarafım halsizlikten kırılır gibiydi. Her tarafıma bir kablo bağlanmış, kimisinin içinden su geçiyor kimisi göğsüme bantlanmış.. Film klişesi olmamak için çıkarmadım o kabloların hiçbirini vücudumdan. Bu konuda sabırlıyımdır. Arkamdaki duvarda bulunan kırmızı düğmeye bastım. 10 saniye geçmeden bir doktor kapıyı hızla açıp girdi içeri. Kapıdan kafasını çıkarıp bir hasta bakıcı gelmesini istedi. Camdan dayımı görebiliyordum. Annem de dayımın omzuna kafasını yaslamış uyuyordu.  Saate baktım, dijital saatte önce hava sıcaklığını gördüm –bir kere de ilk baktığımda saati göreyim şunlarda ya- sonra 21.19’u gördüm. Annem bu saatte uyumazdı. İki-üç gündür hastanedeydim demek ki.


            Dayım hemen kafasını kaldırdı doktora baktı. Annemi uyandırmak için ağzını açtı ve anında sustu. Bana ne oldu bilmiyorum ama dayımın annemi boş yere umutlandırmak istemiyor gibi bir hali vardı.

            Doktora sordum ne kadar zamandır burada olduğumu. “İki gün daha sabretseydiniz bir yıl olacaktı, 4 Aralık’ta geldiniz, bugün 29 Aralık dedi. Anlamamış gibi yapınca anlamlı anlamlı güldü, he amk he, komadan yeni uyandık diye norönlarımın %92’sini kaybettim. Anladık işte, Espri mi lan sanki yaptığın, gülmemi bekliyosun bi de yavşak herif, yüzüne manasız ve manalı baktım.
Neyse dedi.
 Sigara aldığım bakkal ilk yardım biliyormuş ta ilk müdahaleyi yapmış, ne tesadüfse ordan geçiyormuş,o kurtarmış beni, doktor öyle dedi.
            Sonraki 15 dakikada doktor gerekli testleri yaptı. İşte yok parmağını şuklat, bir iki matematik sorusu falan..

           
Yorgunluk, insanlık hali, yine uyumuşum lan. Bu sefer beynime özet geçmesini dikte etmiş olacağım ki, kısa kısa anlar geçti aklımdan, şişmanlığın tetiklediği hastalıkları ve bunlarla ilgili ornaları veren bir gazete haberi sayfası ( aklımda yer ettiğine göre etkilenişim ama hiç hatırımda yoktu, hep kilo iyidir deyip bahane bulmuştum), sigara paketinin üstünde ki ziftli akciğerler, hiç anlam veremediğim şekilde bizim üniversitenin hukuk fakültesinin kapısı (harbi bu ne alakaydı lan, hukuk okunur mu lan , kalın kalın kitaplar bitmez onlar deyip dururdum ) , kaza anım, beyaz bir ışık ve sahne.  

Uyandım, terliydim, ama sağlığım sıhhatim yerindeydi . Aldılar beni, annem-babam- dayım. Eve gittim, uzandım, bir hafta istirahatten sonra okula gitme vaktim gelmişti.


.. Pazartesi ilk ders 11.00’deydi. Mustafa Hoca’nın dersi. 9.30’da çıktım evden. Çıkmadan önce annem emniyet kemeri takmamı sıkı sıkı tembihledi. Başına gelenlerin hepsinin onu takmadığım için olduğunu söylüyor. Bir kere olur o.
Biip Biip ötmesin diye arkamdan geçirdim kemeri, okula sürdüm arabayı. Park ettim. Bakkala girdim. Hatırlamadı beni bakkal. “Abi” dedim “Çok teşekkür ederim, beni hayata döndürmüşsün”

“Yav yiğenim, boynumuzun borcu ne demek.. Daha dikkatli olursun bundan sonra” dedi. Tekrar tekrar teşekkür ettim. Başka bir müşteri daha girdi. “Abi” dedim “ben seni daha fazla meşgul etmeyeyim, bi paket Parliament verebilir misin?”






*savunma mekanizmaları için : http://www.psikonet.com/konu.asp?kid=126

Written by: Doğan&Mertcan. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder